Powered By Blogger

29 Nisan 2012 Pazar

By-pass ve tedavisi nasıldır

By-pass ve tedavisi


Kalp krizleri anjina ve diğer sorunlar arterlerde tıkanma veya daralma sonucunda oluşur. çoğu yakalarda başlangıçta önleyici ilaçlar kullanılmalıdır. Bunlara kilo verme, uygun diyet, şeker hastalığı (diyabet) ve yüksek tansiyonun tedavisi, egzersiz yapmak ve sigaradan kaçınmak gibi diğer faktörler de eklenebilir. Bununla birlikte belli durumlarda en uygun olan şey Koroner Arter by-pass ameliyatı veya koroner anjiyoplastidir. Bu ameliyatlar ilaç tedavisinin cevap vermediği (yetersiz olduğu) veya arterlerdeki tıkanmanın fazla olduğu durumlarda kullanılır. Yöntem "By-pass" aynı işi görecek diğer yol anlamına gelir. Bir Koroner Bypass operasyonu genelde uyluktan olmak üzere toplardamarlardan kısa bir parça almayı ve Koroner Arterlerdeki tıkanmayı ortadan kaldırarak, oraya fazla miktarda kan gelmesini sağlamak amacıyla bu parçayı kullanma operasyonunu kapsar. Operasyona dahil olan arter sayısı ortalama 4 veya 5 olmakla birlikte operasyon, bu artererin 8 veya 9 segmentini (bölümünü) de kapsayabilir. Uyluktaki bu toplardamarlarda, kendilerinden bir parça alındığı için zamanla tıpkı koroner arterlerdeki gibi tıkanmalar gelişebilir. Bunun için ayrıca tedavi veya başka bir operasyon gerekli olabilir Son yıllarda bu ameliyat için gerekli olan parça göğsün ön kısmında uzanan iç meme arterinden sağlanmaktadır. Bu arterler göğüs kafesi orta kemiğinin (sternum) her 2 tarafında bulunur. Bu arterleri kullanmanın en büyük avantajı daha sonra gelişebilecek olan aterosklerozu engellemektedir. Ancak bunlar bazen kullanılabilmekte, bazen de kullanılamamaktadır. Bu ameliyat için hasta tam olarak uyuşturulur. Ameliyatın bir kısmı için hastanın dolaşımı Kalp-Akciğer makinesine bağlanır Meme arterlerinin alt ucu koroner arterle birleştirilir. Ameliyatın süresi yapılan iş miktarına bağlı olarak 2 veya daha fazla saat sürer. Sonuçlar Kalbe uygun miktarda kan gelmesi tekrar sağlanır. Anjina veya koroner arter sorunları ortadan kalkar fakat bu sorunları ortaya çıkaran hastalıklar tedavi edilemez. By-pass segmentleri kapsamına giren arterler diğer vücut arterlerinden farklı olarak koroner arter gibi çalışırlar. Bu yüzden by-pass ameliyatından sonra, düşük kalorili diyet, hayat tarzı değişiklikleri gibi tedbirlerin alınması oldukça önemlidir. İyileşme ve Rehabilitasyon Hasta 7-19 gün arası hastanede kalır. Operasyondan sonra birkaç gün özel kardiyak ünitelerinde kalma zorunluluğu doğabilir. Burada kalbinizle ilgili atım ve ritim durumları ile diğer işaretler ekranda görülebilir. Yiyecek ve içecekler toplardamarlardan verilir. Oksijen takviyesi ve Respiratör (solunum makinesi) gerekli olabilir. Doktor ve cerrahınız iyileşmenin ilerleyen haftalarındaki aktiviteleriniz ve tekrar başlayacak normal faaliyetlerinizin derecesi hakkında size bilgi verecektir.

Kalp pilleri kullanımı nasıl

Kalp pilleri kullanımı
Kalp pili hastaları nelere dikkat etmelidir? Kalp pillerini bir bredikardilerde kullandığımız kalp pilleri, bir de taşıkardilerde kullandığımız kalp pilleri olarak iki gruba ayırabiliriz. Taşıkardilerde özellikle yaşamı tehdit edici taşıkardilerde kullandığımız kalp pillerine kardiyak defribilatör diyoruz. Bu hastaların düzenli olarak bir defa kontrolleri gerekmektedir. 6 ay ile 1 yıl arasında bu kontrollerin hastanın özelliğine veya takılan kalp pilinin özelliğine göre bu süreleri programlıyoruz. Daha kısa sürelerde de kontrole çağırdığımız hastalar olabilir. Hasta bir defa şunu bilmeli: kalp pili takılan bir hasta, ister bizim basit kalp pili olarak ifade ettiğimiz kalp pili olsun, isterse defibilatör olsun bu hastaların düzenli olarak kontrollerine gitmesi gerekir. Bunun dışında kalp pilleri çok kompleks elektronik devrelerdir ve bazı dış etkenlerden rahatlıkla etkilenebilirler. Bu yüzden hastaların kalp pilleriyle ilgili bu pilllerini etkileyebilecek gerek cihazları, gerek ortamları öğrenmeleri gerekir. Doktorlarıyla bu konuda bilgi alışverişi yapmaları gerekir ve doktorlarına soru sormaları gerekir. Bazı medikal yani tıbbi girişimler, tedaviler, bazı tıbbi cihazlar da kalp pillerini etkilemektedir. Örneğin bazı diş tedavileri, radyoterapi, kullanılan bazı diğer ilaçlar. Bunun dışında fizik tedavide uygulanan bazı tedaviler, kalp pilini etkileyebilen tedavilerdir. Bu tedavilerden önce muhakkak hastaların doktorlarıyla görüşmesi gerekir. Ameliyatlardan önce kalp pili hastaları muhakkak kalp pilini takan merkez ile görüş alışverişinde bulunmalı gerekirse cerrahlarıyla kapl pilini takan doktorlarını görüştürmelidirler. Bazen kalp pillerine müdahale edilip programlarında bazı değişiklikler yapılması gerekmektedir. Dış nedenlerden özellikle büyük elektromagnetik alanlar, emar cihazları veya yüksek gerilim alanlarından mümkün mertebe uzak kalmaları gerekmektedir. Havaalanlarında, kontrol noktalarında kendilerini kontrol eden polis memurlarına üzerlerinde kalp pili taşıdıklarını bildirmelidirler. Ona göre kontrolleri biraz daha farklı bir şekilde yapılmalıdır. Yine büyük alışveriş merkezlerindeki kontrol cihazlarının içinden geçerken gerekirse oradaki güvenlik görevlilerine kalp pili olduğunu belirtmelidirler. Cihazın içinden mümkünse geçmemelidirler. Geçerlerse bile çok hızlı bir şekilde içinde beklememeksizin geçmeleri gerekmektedir. Kalp pilleriyle ilgili herhangi bir sorun olduğunda da hemen doktorlarıyla irtibata geçmeli, onlara gereken bilgiyi vermeli, daha erken zamanda rutin kontrolü gelmeden önce kalp piliyle ilgili kontrolünü yaptırmalıdırlar.

27 Nisan 2012 Cuma

Bağırsak gazı ve tedavisi


Bağırsak gazı ve tedavisi

Aşırı Gaz 1 2 3 4 5 (207 oy, 5 üzerinden ortalama 4.18 puan) Bağırsak Gazının Nedenleri En Sık Rastalanan Şikayetler Aşırı Gaz Üreten Yiyecekler Tedavi İnsanın sindirim sisteminde oluşan gaz miktarı kişiden kişiye ve gıdalara göre değişir. Bu nedenle normal gaz tanımı da zordur. Her bireyin sindirim kanalında gaz oluşur fakat gazı çıkartmak utandırıcı ve rahatsız edici olabilir. Aşırı Gaz problemi olanlara aşağıdaki sorular sorulur: - Yemeğinizi hızlı veya stres içinde mi yersiniz ? - Kuru fasulye, lahana ve muz gibi gaz üreten besinleri aşırı tüketir misiniz ? - Sigara , puro içer misiniz? - Gevşek takma dişiniz var mı ? Eğer bu sorulardan birine cevabınız evet ise Aşırı Gaz problemi ile mücadele etmeniz gerekir. Geğirme, aşırı şişkinlik ve gaz çıkarma sorunlarıyla ile müracaat eden hasta sayısı oldukça fazladır. Bu sorun can sıkıcı olmakla beraber, genellikle zararsız ve önlenebilir bir sorundur. BAĞIRSAK GAZININ NEDENLERİ: Mide bağırsak kanalındaki gaz iki kaynak ile oluşur. Biri yutulan hava diğeri ise bağırsakta bulunan zararsız mikroorganizmaların gıda artıklarından oluşturduğu gazdır. Hava yutulması (aerofaji) midedeki gazın en önemli nedenidir. Herkes yemek yerken veya su içerken az miktarda hava yutar. Fakat hızlı yemek yemek, yemek yerken konuşmak, sakız çiğnemek, sıgara içmek ve gevşek takma diş kullanmak yutulan hava miktarını artırır. Geğirme ile yutulan havanın büyük bir kısmı mideden ağız yolu ile çıkar, geri kalan gaz ince bağırsaklara geçer, bir kısmı ince bağırsaklarda emilir,geri kalanı kalın bağırsağa geçer ve makattan vücudu terk eder. Kalın bağırsakta bulunan zararsız mikroorganizmalar gıda artıklarından gaz üretir. Bu mikroorganizmalar, mide bağırsak kanalının daha yukarı kısımlarında sindirilemeyen kompleks karbonhidratları (şeker, nişasta, lif), selülozu sindirebilir. Bu sırada gaz açığa çıkar. Herkesin kalın bağırsağında belli oranda zararsız mikroorganizma vardır. Yutulan ve bağırsaklarda üretilen hava miktarı değişkendir. Mide ve bağırsaklardaki gazın yaklaşık %99 u nitrojen, oksijen, karbon dioksit, hidrojen ve metandan oluşmaktadır. Bu 5 çeşit gazda kokusuzdur. Hidrojen ve karbon dioksitin karbonhidratların kalın bağırsak da tam olarak emilmemesinden dolayı yoğun miktarda üretilir. Metan gazı ise, ancak insanların %30 unda üretilir. Metan gazı üretimi diyet bağımlı değildir, daha çok ailesel (kalıtsal) özellik göstermektedir. Gazın hoş olmayan kokusu hidrojen sülfit, amonyum, indol ve skatol gibi diğer kimyasallara aittir. Çıkarılan gaz miktarının yaklaşık yarısı yutulan havadan meydana gelmektedir. Sağlıklı birçok insan, günde yaklaşık 10 kez gaz çıkarmaktadır. Ancak normalden daha çok gaz üretiyor yada gaz üreten yiyecekler fazla miktarda alınıyorsa günde 50-100 kez gaz çıkarılabilir.

Apse ve Tedavisi nedir


Apse ve Tedavisi

Apse, iltihabın bir çeşidi olup, özelliği, dokunun eriyip, içini cerahatin doldurmasıdır. Bazen de bir yaralanma, bir damarın bağlanması veya tıkanması sonucu ölü bir tabaka oluşur ve buraya mikroorganizmanın yerleşmesi ile irin dolu bir boşluk meydana gelebilir. Apseler iki türlüdür: Sıcak apse: Bu apsede ateş yükselir, ağrı ve zonklama olur. Bu tür apse, her zaman bir [...] Apse Makalesinin Devamı... Apse, iltihabın bir çeşidi olup, özelliği, dokunun eriyip, içini cerahatin doldurmasıdır. Bazen de bir yaralanma, bir damarın bağlanması veya tıkanması sonucu ölü bir tabaka oluşur ve buraya mikroorganizmanın yerleşmesi ile irin dolu bir boşluk meydana gelebilir. Apseler iki türlüdür: Sıcak apse: Bu apsede ateş yükselir, ağrı ve zonklama olur. Bu tür apse, her zaman bir veya birkaç mikroptan dolayıdır (yani sebep mikroorganizmadır). Sıcak apsenin dört ana belirtisi; sıcaklık, kırmızılık, ağrı ve şişkinliktir (latince, color, rubor, dolor, tumor). Apsenin çevresi sert, ortası ise oynak ve yumuşaktır. Soğuk apse: Verem hastalığında görülen bir apse türüdür. Öyle ki, el şişlik üzerine konulunca sıcaklık alınamaz ve basmakla ağrı uyandırılamaz. Daha doğrusu sıcak apsedeki kesin iltihap belirtileri yoktur. Fakat şişlik açılırsa, sıcak apsedeki gibi bir apse içeriğinin olduğu görülür. Soğuk apsenin iki özelliği vardır. 1 – İçinde irin yapıcı mikroplar ve irinleşme yoktur. Apse içeriğini harap olmuş doku oluşturur. 2 – Apsenin kaynağı ile görüldüğü yer arasında her zaman doğrudan bir ilişki yoktur. Örneğin bel omurlarının soğuk apsesi (omurga veremi, pott hastalığı) kasıkta bir apse ile kendini belli edebilir. Sıcak apselerin tedavisi, cerrahi müdahale iledir. Bu tedavi, apse yerinin açılması, irinin boşaltılması ve antibiyotikli merhemle uygulamadır. Ayrıca ağızdan antibiyotik vermek gereklidir. Apseler tedavi edilmezlerse burada üreyen mikroorganizmalar vücudun diğer bölgelerine yayılabilirler. Apseler, komşu dokulara açılabilir veya komşu damarlara ilerleyerek, bu damarlardan kaynaklanan kanamalara sebep olabilir. Apseler meydana geldikleri organların çalışmasını bozabilir, vücutta genel bir hastalık halsizlik, iştahsızlık yapabilirler. Soğuk apselerde ise verem ilaçları kullanılır. Bazen (örneğin böbrek vereminde) hastalığın yayılmasını önlemek için cerrahi işlem yapılabilir.

Apandisite dikkat


Apandisite dikkat edelim

Birçok insanın hayatında karşılaştığı veya her an karşılaşabileceği bir hastalıktır apandisit hastalığı. Hiç beklemediğimiz bir anda şiddetli bir karın ağrısıyla başlayan bu hastalık, tedavi edilmediği zaman ölümle bile sonuçlanabilecek bir hastalıktır. Bizde toplumumuzda sıkça görülen bir hastalık olan apandisiti incelemek istedik bu yazımızda. Acaba neden apandisit nedir, neden apandisit patlaması olur, tedavi yöntemleri nelerdir? İşte tüm bu soruların cevabını bu yazımızda bulabileceksiniz. Karın bölgesinin sağ alt bölümünde bulunan kalın bağırsağın ilk parçasının (buna tıpta çekum denir), iç kenarında 5-8 cm uzunluğunda, 0.5 cm çapında solucan gibi kıvrıntılı bir oluşum vardır, buna “apendiks” (apandix) denir. Bu oluşum iltihaplandığında; ödem toplar yani şişer. Apendiksin bu durumuna “apandisit” (Lat. Appendix vermiformis) denir. Bu durum, hastada şiddetli karın ağrısına neden olur. Durum acildir ve olabildiğince kısa süre içinde ameliyat edilerek bu iltihaplı yapının vücuttan atılması gerekir. Yoksa, delinebilir ve iltihap karın zarı içindeki diğer organlara yayılır. Bu ise ölüm riski olan çok ciddi bir durumdur.[1][2] Körbağırsağın iltihaplanması sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Müzmin apandisitte; katiyetle ilaç verilmez. Ameliyat gerekir. Had apandisit; karnın ortasından başlayıp, sağ alt kısma yerleşen bir ağrı ile kendini gösterir. Hazımsızlık ve gazdan şikayet edilir. Kusma görülebilir bazen de mide bulantısı olur.[3] Çok sık rastlanan ve özellikle yetersiz tedavi sonucu yol açacağı tehlikeli komplikasyonlardan ötürü korkulan bir hastalıktır. Günümüzdeki antibiyotik olanaklarına karşın bu ikincil hastalıkların en ağın peritonit yani karın zarı iltihabıdır. Apandis içinden besinlerin geçmediği küçük bir bağırsak çıkıntısıdır. Hareketli ve esnek bir boru biçiminde olan bu çıkıntı kalınbağırsağın başlangıç bölümü olan körbağırsağa, incebağırsakla birleşme yerinin hemen gerisinde bağlanır. Genellikle eğik biçimde gövde eksenine doğru uzanır. Bu normal konumunun dışında leğen içine, karaciğer altına ya da sol böğüre doğru da yerleşebilir. Alışılmış yerinin dışında bulunan apandisin iltihaplanması, belirtileri değerlendirmede ve hastalığın tanısını koymada güçlükler yaratır. Apandisin anatomik yapısında üç katman göze çarpar. Dış yüzeyi seröz (sıvı içeren) bir zar örter. Bunun altında kas katmanı ve en içte de lenf dokusunca zengin, girintili çıkıntılı bir mukoza yer alır. Lenf dokusunun bolluğundan ötürü apandise “bağırsak bademciği” de denir.[4] Apandisin vücuttaki fonksiyonu henüz bilinmemektedir. Sadece lenf dokusu bakımdan zengin bir yapıdır. Yine de apandisin iltihaplanması sonucu yırtılıp karın bölgesinde yayılmasıyla, ciddi problemler ortaya çıkar. Tedavi edilmediğinde tehlikeli bir hastalık olan apandisit, karın zarının iltihaplanmasına yol açabilir.[5] Had apandisit iltihabı (Akut apandisit) en sık rastlanan acil vakalardan biridir. Apandisit bebeklerde görülmez. Çocuk büyüdükçe görülmeye başlar. 10-17 yaş arası en sıktır. Daha sonra azalır. Ergenlik çağından evvel erkek ve kız çocuklarda aynı sıklıkta görüldüğü halde, bundan sonra 25 yaşına kadar erkeklerde kadınlara göre daha sık görülür. (erkek/kadın oranı 3/2). 25 yaşından sonra erkeklerdeki sık görülme azalır ve giderek sıklık oranı etşitlenmeye başlar.[6]

Antibiyotik kullanımdan sonra gelişen ishale çözüm


Antibiyotik kullanımdan sonra gelişen ishal

Antibiyotik bakterileri öldüren ilaçlardır. Antibiyotikler 50 yıldır insanlığın hizmetinde kullanılmaktadır. Şimdiye kadar sayısız insan hayatını kurtarmıştır. Bunun yanında bu ilaçların nadirde olsa bazı yan etkileri olmaktadır. Bu yan etkilerden biride uzun süreli olabilen ishal gelişimidir, buna antibiyotiğe bağlı ishal denmektedir. Bunun diğer adı Clostridium difficiale ishali veya psödomembranöz enterokolittir. Doğumda steril olan bağırsak içine birkaç saat içinde vücut dışından gelen bakteriler yerleşir ve birkaç hafta içinde hayat boyu kalıcı şekilde üreyecek şeklide trilyonlarca bakteri bağırsakta yerleşir. Normalde bağırsak içinde 400’den fazla çeşit bakteri türü vardır ve bunlar bize rahatsızlık vermediği gibi fayda sağlarlar, bu bağırsak mikroplarına flora denilir. Eğer bağırsağımız sağlıklı ise bu bakterilerin arasına zararlı olanları gelemez. Bazı nedenlerden dolayı bağırsak içindeki bu bakteri türleri değişir ve zararlı olanlar ürer. Bunların arasında en sık görüleni Clostiridium Difficialedir. Yakın zamanda uygulanan antibiyotik kullanımı, yaşlılık, böbrek yetersizliği, batın cerrahisi, yanıklar, kemoterapi, vücut direnç düşüklüğü, yoğun bakımda tedavi bunun başlangıç sebebi olabilir. Hastanede yatan hastaların %20’sinde, normal insanların %1-3’ünün bağırsaklarında C.Difficiale sporları taşıyıcı ve in aktif olarak bulunmaktadır. Bu taşıyıcılık durumunda ishal olmaz, eğer kuvvetli antibiyotikler bağırsak florası baskılarsa C. Difficiale bakterileri ve bağırsakta çoğalır ve normal bağırsak mikrop ahalisinin türleri arasında dengesizlik başlar. C. Difficialenin ürettiği toksinler bağırsakta tahribat yaparak ishale neden olur. Hangi Antibiyotikler Buna Sebep Olur? Her antibiyotiğin bir etki mekanizması vardır. Bazıları diğerinden daha güçlüdür ama her hangi bir antibiyotik bile bağırsak florasını baskılar. Cleocin, Lincocin, Ampisillin, Duocid, Augmentin, Keflin, Ceclor, Claforan, Cefobid, Zinacef gibi antibiyotikler bunlardan bazılarıdır. Antibiyotikten Ne Kadar Sonra İshal Başlar? Antibiyotik tedavisini tamamladıktan 2 gün sonradan 6 hafta sonraya kadar ishal başlayabilir. Şikâyetler Nelerdir? Birçok hastada bağırsak alışkanlığında değişme olur, dışkı yumuşaktır. Bazı hastalarda bulantı, kusma, ateş ve karın ağrısı olabilir. Hafif vakalarda günde 5–10 kez, ağır vakalarda ise 10’dan fazla tuvalet sayısı vardır.

Ağız kuruluğuna çözümler nelerdir


Ağız kuruluğuna çözüm


Dişhekimliğinde bu hal için "xerostomia" terimi kullanılır. Tükürük bezlerinin tükürük salgılama fonksiyonlarının azalması sonucunda oluşur. Tükürük salgısındaki azalma ağızda oldukça ciddi sorunların oluşmasına yol açabilmektedir. Ağız Kuruluğunun Sebepleri: Biyolojik yaşlılık: Bu etkili bir faktördür, tek başına etkili değildir. Sistemik hastalıklar: Romatizmal hastalıklar(Sjogren's sendromu), Bağışklık sistemi hasarı (AIDS), Hormonal bozukluklar (Şeker hatalığı), Nörolojik bozukluklar (Parkinson) Çiğneme kabiliyetinin azalması: Eğer beslenme alışkanlıklarınızda sıvı ve yumuşak gıdalar ağırlıktaysa çiğneme fonksiyonu azalır. Tükürük bezlerinin cerrahi olarak çıkarılması Radyoterapi (Radyasyon tükürük bezlerinde kalıcı hasar yapar. İlaçlar (400'ün üstünde ilaç türü ağız kuruluğu yapar: deconjestanlar, diüretikler, tansiyon ilaçları,antidepresanlar, antihistaminikler,...) kafein ve alkol tüketimi yukarı Ağız Kuruluğunun Belirtileri: dilde yanma hissi özellikle kuru yiyecekler için yeme zorluğu konuşma zorluğu sık susama protez kullanmada zorluk dudaklarda çatlaklar ve kuruluk tat bozukluğu kötü ağız kokusu Ağız kuruluğu nelere yol açar? tükürüğün az olması ciddi problemleri de beraberinde getirebilir. bakteri plağı ve yiyecek artıkları kolayca birikir. bu, dişeti hastalıkları ve çürüğü hızlandırır. tükürüğün kendi başına yıkama-temizleme mekanizması diş yüzeylerini temiz tutmaya yardımcıdır. tükürük çürükleri önler, diş yüzeyini temizler ve asitleri nötralize eder. böylece çürük önlenir. Ağız kuruluğu nasıl kontrol altına alınır? nasıl tedavi edilir? sık sık yudum yudum su içilmeli. gece yatarken yanında sıvı içecek, su bulundurulmalı şekersiz sakız çiğnenmeli sigara,alkol,şekerli yiyeceklerden uzak durulmalı yaşanılan mekanın nemi ayarlanmalı gerekirse eczanelerden temin edilebilen yapay tükürük tabletleri kullanılmalı bakteri plağı kontrol altına alınmalı floridli diş macunu, jel, gargara kullanılmalı C vitamini kullanılmalı bileşiminde alkol ve sodyum lauryl sülfat bulunan ağız ve diş bakım ürünlerini kullanmamalı.

23 Nisan 2012 Pazartesi

Göz Çapağı Nedir

Göz Çapağı

Çapak gözün içerisinde oluþan mukelit yapýda yani sümüksü yapýþkan bir salgýdýr. Bu salgý eðer gözde biraz daha fazla kalýrsa daha da koyulaþýr, daha bir yapýþkan hale gelebilir, hatta göz kapaklarýnýn açýlmasýný engelleyecek derecede yapýþkan dahi olabilir. Bazen de göz kapaklarýnýn açýlmasýný engellemese de kirpiklerde birikimler yapabilir ve insanýn estetik olarak görüntüsünü bozar. Bu maddenin gözde oluþmasýnýn nedeni genellikle bir hastalýk nedenidir. Bu hastalýklarýn da çeþitleri vardýr. Sabah kalktýðýnýzda eðer bir çapaklanmayla uyandýysanýz doktora gitmeden önce yapmanýz gereken þey; temiz bir mendili ýlýk bir suyla ýslatarak kirpiklerinize yada göz kapaðýnýza bunu yapýþtýrabilirsiniz. Bir süre orada bekledikten sonra çapaklarý yumuþatacaktýr ve 2 parmaðýnýzla kapaklarý açabilirsiniz. Bu denli ciddi yapýþýklýklara çapaklar neden olabilmektedir. Bazen de burun köküne doðru çirkin, estetik olarak hoþ olmayan görünümde çapaklar birikebilir. Onlar da yine ýslak mendil ile yavaþça göze dokunmadan alýnabilir. Göz doktorunuzdan erken sürede randevu alabiliyorsanýz siz onlarý hiç temizlemeden gidin. Hem göz doktorunuz muayene etmeden önce onlarý görmüþ olsun hem de buna göre de muayenesini tamamlayýp temizliðini de orada size gerçekleþtirecektir. Tedavi edilmeyen çapaklanma nadiren kendiliðinden de geçebilir. Fakat eðer ki 1 günden fazla süren bir çapaklanma söz konusu ise mutlaka göz doktoruna gidilmesi lazým. Çünkü çapaklanma bulgusu sizin gözünüzü kaybettirecek kadar önemli bir hastalýðýn bir bulgusu olabilir. Bu durumda da erken tedavi çok faydalý olur. Yoksa gözünüzü kaybetmeye kadar gidebilecek bir hastalýðý daha fazla geç kalarak provoke etmiþ olursunuz. Ama genel olarak antibiyotikli damlalar ile tedavi %80-%90 oranýnda baþarýlý olmaktadýr. Tabi ki göz doktorunun kontrolü altýnda bunlarýn yapýlmasý gözümüzün saðlýðý açýsýndan faydalýdýr.

Turp Otunun Faydaları


Turp Otu

Bir İzmirli, üstelik kökenlerinde Girit kültürü olan biri için bugüne kadar Ege otlarından, Girit Mutfağından tarifler yazmamamın sebebi bu lezzetlerin bir çoğunun Ege Bölgesi ve İstanbul çevresi dışında bulunmadığını, olsa bile bilinmediğini düşünmemdi. Ancak geçtiğimiz aylarda yaptığımız Konya Gezisi sırasında arkadaşlarım ısrarla Girit yemeklerinden, Ege otlarından yazmamı isteyince biraz gecikmeli de olsa bu tarifi sizlerle paylaşmak istedim. Soframızdan neredeyse hiç eksik olmayan Ege otlarınından yapılan tariflerin hazırlanışı zahmet gerektirmese de biraz dikkat, birazda özen istiyor. Bugün İzmir 'de bir çok restoranda karşımıza çıkan değişik otların hepsi görsel olarak birbirine benziyor:))) Ot püresi:))) Ne yazık ki biz böyle diyoruz. Uygun olmayan pişirme süreleri ve yöntemleri ile hepsi birbirine benziyor, aslında tatları aromaları birbirinden çok farklı olsa da....Kaynar suda haşlanmayan, kararan, yeşil görünmesi için haşlama suyuna karbonat katılanlar, çiçek yağı ile servis edilenler gibi...... Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir yazısında, İzmirli mutfak dostu Gökçen Adar : " Ot haşlamak bir kültürdür "diyordu....Bir çok yerde bilinmese de.... Gereken Malzemeler: 1 kg turp otu 1 limonun suyu Yarım çay bardağı sızma zeytinyağı tuz Süslemek için: Kabukları soyulmuş, dilimlenmiş yarım portakal, 5-6 adet kurutulmuş domates Siyah ve yeşil zeytin

Pekmez Nedir


Pekmez

ekmez yüksek şeker içeriği sebebiyle iyi bir karbonhidrat ve enerji kaynağıdır. Özellikle vücudun günlük kalsiyum, demir, potasyum ve magnezyum ihtiyacının büyük kısmını karşılar. Pekmezin faydaları ise şöyle: 200 gram pekmez, kalori açısından bin 150 gram süte, 300 gram ekmeğe ya da 350 gram ete eşdeğer. Özellikle üzüm pekmezinin içinde doğal olarak bulunan glikoz ve früktoz, vücutta hemen emilerek kana karışmakta ve metabolizmada enerjiye dönüşmektedir. Vücutta kan yapımında kullanılması, enerji vermesi, iştah açması pekmezin belirgin özelliklerindendir. Gebelikte bebek gelişimi ve anne adayları için çok faydalı bir besindir. Ayrıca mide,bağırsaklar ve böbrekler üzerinde olumlu etkileri vardır. Damar sertliğini gidermekte faydalıdır ve kan dolaşımını kolaylaştırır. Sabahları içeceğiniz iki yemek kaşığı pekmez, vücudunuz için çok değerli ve çok önemli olan 2 miligram demir, 80 miligram kalsiyum ve 58 kcsal enerji ihtiyacını karşılar. Havalardaki ani soğuma ile birlikte soğuk algınlığına bağlı enfeksiyonların sayısı artmaktadır, Uzmanlar böyle havalarda vücudunuzun sıcaklık dengesini korumak için pekmez tüketmenizi tavsiye ediyorlar. devamını oku: pekmezin

Şizofreni


Şizofreni Hastalığı

Şizofreni Hastalığı Kendi iç dünyasına yerleşmiş olan Şizofren Bir düşler aleminde yaşamaktadır. Bu hastalığa yakalanma yaşı genellikle 15-35 yaşları arasındadır. Vakaların büyük bir kısmında kalıtsal anıklık söz konusudur. ŞİZOFRENİ TANISI NASIL KONUR ? Şizofrenide görülen belirtiler başka psikiyatrik hastalıklarda da görülebilir. Hiçbir belirti tek başına tanı koydurucu değildir. Tanı psikiyatri uzmanı tarafından hastanın ruhsal muayenesi, hasta yakınları ile görüşme ve çoğu zaman hastanın klinik izlenmesi sonucu konur. Şizotipal kişilik bozukluğu, şizoaffektif bozukluk, bipolar duygulanım bozukluğu şizofreni ile sıklıkla karışan bozukluklardır. Bazı bedensel hastalıkların seyri sırasında da benzer belirtiler görülebilir, bu nedenle ayırıcı tanıyı yapabilmek için fizik muayene ve kan tahlillerinin yapılması gerekir. Alkol ve madde bağımlılığı olan veya bazı ilaçları kullanan kişilerde de benzer belirtiler olabilir. Hastanın öyküsünün alınması sırasında buna dikkat edilmeli ve öyküde bu durumlardan bahsediliyorsa buna yönelik tetkiklerin yapılması gerekmektedir. ŞİZOFRENİNİN BELİRTİLERİ NELERDİR Şizofreni hastaları dünyayı değişik algılar. Normalde çevrede varolan uyaranlar dışında olmayan sesler, hayaller, garip kokularla dış dünya karışık ve anlaşılmazdır. Bu ortamda hastalarda anksiyete artışı, heyecan ve korku sıktır. Bu duygular genelde normal olmayan davranışlar sergilerler. Şizofreninin ortaya çıkışı değişik şekillerde olabilir. Bazı hastalarda aniden ortaya çıkabileceği gibi çoğu hastada sinsice yavaş yavaş gelişir. Yavaş seyir gösteren şizofrenide başlangıçta dikkat toplama güçlüğü, toplumsal ilgiyi kaybetme, içine kapanma, kendine bakımda azalma, dini uğraşılarda artma veya kara sevdaya tutulma gibi belirgin olmayan ve ilk bakışta şizofreniyi düşündürmeyen belirtiler görülebilir ve sıklıkla başka psikiyatrik hastalıklarla karıştırılır. Bu başlangıç belirtilerinin ardından birkaç ay veya yıl içinde de tüm belirtileri ile hastalık ortaya çıkar. Hastalar sıklıkla garip davranışlar ve konuşmalar sergilerler.Gerçekte olmayan sesler işitmeye ve hayaller görmeye başlarlar. Bazı hastalarda garip pozisyonlarda uzun süre durma, bazılarında hiç hareket etmeksizin uzun süre sessiz kalma veya aşırı hareketlilik görülebilir. Yavaş seyir gösteren şizofreninin yanında hızlı seyir gösteren şizofreni de olabilir. Bu hastalarda ise belirtilerin çoğu bir arada aniden ortaya çıkar.Bazı hastalarda belirtiler hafif seyrederken bazılarında şiddetli semptomlar olabilir ve bu durumda hastaları kontrol etmek güçleşebilir. Şizofrenide görülen belirtiler iki başlık altında toplanır: pozitif belirtiler ve negatif belirtiler. Her hastada bu belirtilerin tümü bir arada görülmez. Şizofreninin tipine göre belirti kümeleri de değişir. Örneğin paranoid şizofrenide şüphecilikle ilgili belirtiler baskındır. Paranoid şizofrenlerde sık görülen temalardan bazıları şunlardır: kendisine kötülük yapmak isteyen kişiler veya güçler vardır, bununla ilgili sesler işitmektedir, bu nedenle evde perdeleri kapatıp oturmakta, yemek yerken zehirlenme riski olduğunu düşünerek yemeği kendi önünde hazırlatmakta veya kendi yaptığı yemeği yemektedir. Odasına dinleme cihazları yerleştirilmiştir, bu nedenle odasında temkinli konuşmaktadır, eşi kendisini aldatmaktadır, v.b. Basit şizofrenide ise toplumsal çekilme, içine kapanma, sosyal aktivitelerde azalma, kendine bakımın düşmesi gibi belirtiler dışında fazla bulgu olmayabilir. Pozitif belirtilerde; şüphecilik, işitme varsanılar ve garip davranışlar sıktır.Hastalarda düşünce ve konuşmada kopukluk görülebilir. Konuşurken konudan konuya atlama, içerik olarak bir anlam ifade etmeyen sözcükleri birbiri ardına sıralama sonucu dinleyenler tarafından bir anlam ifade etmeyen sözcük salatası dediğimiz içeriği boş, anlamsız ve karmaşık konuşma biçimi görülebilir.

Diş Gıcırdatma


Diş Gıcırdatması

Bruksizm (diş gıcırdatma) genellikle uyku esnasında oluşan güçlü çene hareketlerinin neden olduğu çeneleri sıkma, dişleri gıcırdatma olayıdır. Toplumumuzda sık rastlanır. Genellikle bu alışkanlığa sahip bireyler bundan habersizdir. Diş gıcırdatmanın sebepleri nelerdir? Bruksizmin (diş gıcırdatması) oluş nedenleri hakkında çeşitli görüşler vardır. Bazı araştırmacılar buruksizmin dişler arasındaki kapanış ilişkisinin bozulmasından kaynaklandığını, bazıları santral sinir sistemindeki bir hastalığın neden olduğunu bazı araştırmacılar da bu iki nedeni de kapsayan çok yönlü bir problem olduğunu ileri sürmektedirler. Duygusal stresler (Herkes stresin bruksizmin nedenleri arasında en önemli faktör olduğu konusunda fikir birliği içerisindedir. Vücudumuzda stres belirtilerini ilk olarak gördüğümüz yer ağız dokularıdır. Stres bruksizmin hem oluş nedeni hem de olayın şiddetini artıran en önemli faktör olarak belirlenmiştir.) Aşırı sinirli, hassas, titiz bir yapıya sahip olmak Malokluzyon (dişlerin diziliş ve sıralanışındaki bozukluklar) yukarı Diş gıcırdatması sonucu ağız ve dokularında ne tür rahatsızlıklar oluşur ve belirtileri nelerdir? Dişlerin çiğneyici yüzünde oluşan aşınma: Dişlerin birbirleri ile sürtünmesi sonucunda oluşan aşınma tüm dişleri kapsayabilirse de özellikle ön dişlerde daha etkilidir. Dişlerde kırılma: Dişleri sıkma ve gıcırdatma sonucunda ön dişlerin köşelerinde arka dişlerin çıkıntılı kısımlarında mikro çatlaklar oluşur. Röntgen ile saptanamayan bu çatlaklar zamanla büyüyerek dişlerin kırılmasına neden olur. Dişlerde aşırı hassasiyet: Genellikle soğuğa karşı hassasiyet gelişir. Ani diş sızlamaları başlar. (Bakınız, Diş Hassasiyeti) Diş etinin geriye çekilmesi ve genellikle bununla birlikte oluşan dişin boynunda diş eti hizasında oluşan çentik şeklindeki aşınmalar: Bu durumun oluşmasına neden olarak ilerleyen yaşa bağlı diş eti çekilmesi ya da aşırı baskı uygulanarak yapılan diş fırçalama gösteriliyorsa da , bruksizm hastalığının dişlerde bu gibi oluşumlara neden olduğu bilinmelidir. (Bakınız, Dişeti Hastalığı) Dişlerde sallanma: Yıllar süren gıcırdatma sonucu dişler gevşeyerek sallanmaya başlar. Aşırı basınç dişleri saran kemik desteğinin kaybolmasına neden olur. Bu durumu telafi etmek için dişlerin kökleri hizasında ekstra kemik çıkıntıları gelişir.

Astıma Dikkat Etmeli


Astıma Dikkat Etmeliyiz

Soğuk havalarda havadaki kirlenme ve toz miktarının artması, özellikle şehirlerde ve çok nüfuslu yerleşim alanlarında, astımın kötüleşmesine neden olabiliyor. İşte soğuk havada astımın tetiklenmesinin nedenleri ve tedbirleri. Yazı Boyutu Astım değişik şekillerde ortaya çıkan bir hastalık ama birçok kişi soğuk havalarda rahatsızlık hissedebilir. Memorial Suadiye Tıp Merkezi Göğüs Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. İlkay Keskinel, soğuk havaların astım hastalığı üzerindeki tetikleyici etkisi hakkında bilgi veriyor. Nefes darlığına neden olabilir Alerjisi olan olmayan hemen hemen herkes soğuk havada burun akıntısından yakınır. Hatta zaman zaman akıntıya hapşırık da eşlik edebilir. Buna, ‘kayakçı burnu’ denir. Burun tıkanıklığı, yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen önemli sorunlardan biri. Solunan havanın nemlendirilmesine ve ısıtılmasına engel olan burun tıkanıklığı, astım gelişimine katkıda bulunabilir. Soğuk hava aynı zamanda astımlı hastalarda, özellikle soğukta enerji ha harcandığında, nefes darlığını da ha tetikleyebilir. Kış astımlının düşmanı Kışın soğuk günlerini yaşadığımız aralık ve ocak aylarında, solunum yolları normale göre daha hassas olan astımlı hastaların daha çok özen göstermesi gerekir. Bilindiği gibi, astım, ge havayollarının çeşitli tetikleyici faktörlerle geçici olarak kasılması ve daralmasıyla karakterli bir hastalık Bu tetikleyici faktörler arasında ev tozu akarları, polenler, hayvan tüyleri, küf a mantarları gibi alerjenlerin yanı sıra, m soğuk hava da bulunur. Özellikle soğuk havada enerji gerektiren işler ya da h egzersiz yapmak, astım krizini tetikleyebilir. Atkı ve şallar kurtarıcı olabilir Normalde havayollarının iç yüzeyini örten ince bir sıvı tabakası var. Soğuk havanın sık ve derin solunmasıyla bu sıvı daha yerine yenisi konamadan buharlaşır ve akışkanlığını kaybeder. İstirahat halinde ya da hafif egzersiz sırasında daha çok burun yoluyla solunum yaparsınız. Dondurucu soğukluktaki hava bile burun boşluğundan vücuda girdiğinde tamamen ısıtılıp nemlendirilebilir. Normal şartlarda, nefes aldığımızda burundan geçen hava nemlendirilerek ve ısınarak akciğerlere ulaşır. Egzersiz sırasında ise daha hızlı ve derin nefes alıp verilir ve ağız solunumunun da devreye girmesiyle, akciğerlere giren hava yeterince nemlenip ısınamaz. Bu nedenden dolayı özellikle yurdumuzun büyük bir bölümünün kar altında günlerde, astımlı hastaların mümkün olduğunca soğuk havaya maruz kalmaması, mutlaka dış ortamda bulunmaları gerektiğinde ise ağız-burunlarını sıkıca örterek kısmen de olsa soğuk havadan kaçınmaları önerilir. Bunun yanında, ağız solunumu yerine burundan nefes almak, soğuk havanın ısınarak ve nemlenerek akciğerlere ulaşması açısından yararlı olacak. ''Soğuk havada aşırı güç gerektiren işler ya da egzersiz yapmak, astım krizini tetikleyebilir. Böyle havalarda yoğun egzersizlerden kaçının.'' Çocuk hastalıkları uzmanına görünün Soğuk havanın dışında, bacalardan yayılan duman ve hava kirliliği de astım atağını tetikleyebilir. Astımlı hastaların kış ayları boyunca da düzenli doktor kontrolünü aksatmaması, ilaçlarını düzenli kullanması ve ''kurtarıcı'' dediğimiz ilaç grubundan olan ve hızlı nefes açıcı özelliğe sahip ilaçlarını her zaman kolayca ulaşabilecekleri yerde bulundurmaları önerilir. Kendinizi doğru şekilde korursanız ve doğru ilaçları kullanırsanız, -15 dereceye kadar varan soğuk havalarda dışarı çıkmada çok fazla endişe duymanıza gerek kalmaz. Ancak, astım hastalığı oldukça bireysel ve hastalığın gelişmesinde büyük değişiklikler gözlenebilir. Bu nedenle, bazıları daha az soğuk havalarda bile nefes alıp verirken zorluk çekebilir. Kendi hastalığınızı tanımanız ve kendi tepkilerinizi dikkate almanız oldukça önemli.

Akciğerde Sıvı Toplanması


Akciğerde Sıvı Toplanması ve Tedavisi

Akciğer su toplaması,belirtileri,nedenleri,tedavisi 113657 Akciğer sıvı toplanması,akciğerin su toplaması belirtileri,akciğer hastalıkları Belirtiler - Kuru ökrüsürük - Ateş ve gece terlemeleri - Kilo kaybı - Nefes darlığı - Derin nefes alındığı zaman göğüs ağrısı. Normal olarak plevra boşluğunda sadece ufak bir miktar kayganlığı sağlayıcı sıvı vardır. Akciğerinizi çevreleyen plevra zarının iki tabakası arasındaki boşluğa plevra boşluğu denir. Ampiyem (plevra boşluğunda cerahat) eğer bu boşlukta enfeksiyon varsa ve cerahat toplanırsa meydana gelir. Enfekte (mikroplu) sıvının birikmesi akciğerimize basınç yapar bu da eğer sıvı miktarı yeteri derece çoksa nefes darlığına yol açabilir. Plörezi nedeniyle derin nefes aldığınız zaman göğüs ağrısı hissedebilirsiniz. Bu genellikle hastalığın başlangıç devrelerinde meydana gelebilir. Fakat daha fazla sıvı oluştuktan sonra kaybolabilir. Eğer sıvı birikim azsa, hiçbir belirtiniz olmayabilir. Buna rağmen kuru bir öksürük, ateş, gece terlemeleri ve kilo kaybı da meydana gelebilir. Genellikle ampiyem bakteriyel pnömoni, akciğer absesi veya belirli bazı diğer solunum yolu enfeksiyonları sonucu veya ğöğüse bir travmadan sonra veya göğüs ameliyatından sonra bir komplikasyon olarak meydana gelir. Ampiyem teşhisini doğrulamak için doktorunuz, torasentez yapabilir, bu işlemde göğüs duvarından içeriye, plevra kavitenizden bir sıvı örneği almak için bir iğne batırılır. Tedavi Antibiyotik tedavisinden ve enfeksiyonlu sıvının göğüsten drene edilmesinden (akıtılmasından) ibarettir, Doktorunuz enfeksiyonlu maddenin kültür sonuçlarına göre en etkili olarak antibiyotiği verecektir. Ameliyat Plevra boşluğundâki sıvı akıcıysa, birkaç kez iğne ile girip boşaltılabilir(torasentez),Ancak, yeterli miktarda sıvı boşaltabilmek için, çoğu kez torakostomi (lokal anestezi ile göğüste bir kesi yapılarak, sıvıyı boşaltmak için bir tüp sokulması) gerekli olur. Eğer bu girişim başarılı olmazsa, hasta bölgeyi çıkarmak için genel anestezi altında torakotomi(göğüs duvarının açılması) yapılabilir. Kalınlaşmış plevra zarı ile sınırlanmış akciğer, ameliyattan sonra tekrar genişleyebilir.

Akciğer Kanseri


Akciğer Kanserinden Koruyalım Kendimizi

Kanserin kesin sebebi ya da sebepleri bilinmiyor.Kişiyi bazı kanser türlerine yatkın hale getiren genler , kanser oluşumuna yol açan virüsler , radyasyona maruz kalma , çeşitli kimyasal maddeler ,kanser sebepleri arasında sayılıyor.Bağışıklık sistemindeki bozulmalar , çeşitli çevresel faktörler ya da beslenme tarzımız da kanser oluşumunda rol oynuyor.Kanserleşen hücrelerdeki temel bozukluğun genlerdeki farklılaşmayla başladığı düşünülüyor.Genlerdeki bozukluklar doğuştan olabileceği gibi, sonradan meydana gelen bir etkiyle de olabiliyor.Genlerde,mutasyon denilen bozulmalar hücrenin normal kontrol mekanizmalarını bozup kontrolsüz çoğalmasına yol açıyor.Beyin,meme,prostat ve böbrek gibi organların kanserlerinde p53 genindeki mutasyonun rol oynadığı kanıtlanmış bulunuyor. Moleküler biyoloji alanında böyle yeni bilgiler ve kavramlar, kanser araştırmalarını çok ilginç bir evreye sokuyor.Genlerdeki değişmeler ve hücreler arasındaki normal uyumun bozulmasıyla ilgili mekanizmaları öğrendikçe kanserin tedavisine de değişik biçimde bakmaya başlayacağız. Kalıtsal faktörler Kanserlerin yaklaşık %20 sinin kalıtımsal nedenlere bağlı olduğu düşünülüyor.Tüm meme kanserlerinin %5 – 10’u ailevi geçişe bağlı.Kalıtımın önemli olduğu diğer bir kanser türü de bağırsak kanseri.Ebeveynlerde bağırsak polipi ya da kanseri olan kişilerin bağırsak kanserine yakalanma riski diğer insanlara göre daha fazla.Babasında prostat kanseri olan erkeklerinde prostat kanserine yakalanma riski yüksek.Bu nedenle bu kişilerin 40 yaşından sonra sende en az 1 kere üroloğa gitmeleri gerekir.

Akciğer apsesi


Akciğer apsesi ve tedavisi

Akciğer Absesi, Akciğer Apsesi Hastalığı ve Tedavisi Etyoloji Akciğer abselerinin büyük çoğunluğu üst solunum yollarında mevcut enfekte materyelin inhalasyonu ile oluşur. Solunum yollarında sinüsitis, oral infeksiyon (pyorea, diş çürükleri), cerrahi girişimler (tonsilektomi, diş çıkarıl­ması), enfekte larenks ve bronş tümörleri, kronik bronşit ve bronşektazi akciğer absesinin oluşunu etkileyen infeksiyon kaynaklarıdır. Kötü beslenme, alkolizm, sigara, kronik akciğer hastalıkları, diabetes mellitus, immünosüpresif debilitan hastalıklar ve kortikosteroid gibi immünosüpresif ilaçlar, yabancı cisim aspirasyonu, epilepsi, anestezi, nörolojik sorunlar ve cerrahi girişim akciğer absesinin oluşunu kolaylaştırır. Daha nadir olarak subdiyafragmatik abseler diyafragmadan penetre olarak akciğer absesine sebep olur. Aerob veya anaerob streptokoklar, stafılokoklar, klebsiella, pnömokok, füsiform basiller ve spiroketler akciğer abselerinin başlıca etkenleridir. Patoloji Akciğer absesi vücudun herhangi bir yerindeki abse gibidir. Tüber­küloz, fungus infeksiyonları, enfekte kistler ve tümörlere bağlı nekroz kavernlerinde histopatolojik değişiklikler abse tanımına uymasına rağmen bunlar ilgi­li hastalıkların lezyonları olarak adlandırılır. Absenin büyüklüğü infeksiyon et­keninin cins, miktar ve virülansına, hastanın direncine ve lokalize olduğu yere göre değişir. Bir kez lokalize olduktan sonra çevresinde granülöz doku ve fıbrosis gelişerek absenin akciğer parenkimasında ilerlemesine engel olur. Küçük abseler yerlerinde hiçbir kalıntı bırakmadan iyileşebilirler. Direnajı iyi olma­yan veya tedavi edilmeyen abseler giderek büyür ve akciğerlerin başka bölge­lerinde yeni süpürasyon ve abse odaklarına sebep olur. Klinik belirtiler Vakaların çoğunda abse oluşunu kolaylaştıran diş çıkarılması, cerrahi girişim, zehirlenme (örneğin intihar için toksik doz ilaç alınması), alkolizm, epilepsi gibi bir neden saptanır. Önce titreme ile ateş yükselir, bunu halsizlik, öksürük, plevra türü ağrı izler. Başlangıç pnömoni gibidir ve çok kez bu tanı ile antibiyotik tedavisine başlanır. Tedavi edilmeyen vakalarda giderek artan ve kolayca çıkarılan balgam, dispne, syanoz gelişir. Günde 10-500 mi veya daha fazla cerahat niteliğinde balgam çıkarılır. Balgam çok kez lağım veya çürük lahana turşusu veya bozulmuş yumurta gibi kötü kokuludur. Bu kokuyu hasta veya yanında bulunanlar ve muayene eden doktor duyabilir. Kötü kokuya absede bulunan anaerob bakteriler sebep olur. Hemoptizi sık bir komplikasyondur. Bazı vakalarda abse birdenbire başlar, bazı vakalarda ise sinsi ve ilerleyici bir gelişme vardır. Abse plevra boşluğuna ilerleyince ciddi plevra ağrısı, dispne, ampiyem ve pnömotoraksa sebep olur. Muayenede abse bölgesinde matite, solunum seslerinde azalma, bazan krepitan railer ve plevra frotmanı alınır. İlerleyici vakalarda parmaklarda tambur çomağı deformite oluşur. Laboratuvar bulguları Lökosit 20.000-30.000'e çıkar. Lökosit formülünde nötrofiller belirli olarak artmıştır. Balgamın bakteriyolojik incelenmesi ve ilaçlara duyarlığı (antibiogram) incelenmelidir. Abse kuşkusu olunca hem aerob hemde aneorob bakterilerin kültürü yapılmalıdır. Tüberküloz basilinin direkt, kültürü ve ilaç duyarlılığının incelenmesi ihmal edilmemelidir. Akciğer abselerinde bakteri florası karışıktır ve bu karışık flora içinde Koch basili bulunabilir. Akciğer absesinin tanı ve tedavisinde bronkoskopiden de yararlanılır. Bu yöntemle örneğin yabancı cisim veya tümör olup olmadığı görülür ve alınan materyelin aneorob kültür yapılır. Radyolojik bulgular Başlangıçta pnömoniye benzeyen yuvarlak bir yoğunlaşma vardır. Birkaç gün sonra absenin içindeki nekroz materyel kısmen boşalarak tipik sıvı-hava düzeyi ile kaviter görünüm oluşur. Kavern duvarı genellikle kalındır ve çevresinde oldukça homojen pnömonik nitelikte bir yoğunlaşma vardır. Abse kavernleri sağ akciğer ve alt loblarda daha çok görülür. Ayırıcı tanı Özellikle hastalığın başlangıcında akciğer absesi pnömoniden ayırmak güçtür. Ancak infeksiyon ilerledikçe abse belirtileri açıklığa kavuşur. Tüberküloz, fungus infeksiyonları ve bronş kanserinde abseye benzeyen görünüm ve abse komplikasyonu gelişebilir. Hastanın özgeçmişi ve daha önce çekilmiş akciğer filimleri yenileriyle karşılaştırılarak teşhise yardımcı olur. Hidatik kistler ve bronkojenik kistlerde de abseleşme olabilir. Travmada akciğer süpürasyonu ve absesi beklenen bir komplikasyondur. Pnömokon-yosis'de nadir olarak kavern ve abseleşme gelişebilir. Hiatus herni ve intrato-rasik diğer herniler bazan abse kavernlerine benzerler. Diafragmadaki anor­malliklerin sebep olduğu intratorasik bu hernilerde solunum sistemi belirtileri yoktur, başlıca hastalık belirtileri retrostemal ağrı, gastrointestinal şikayetler olup radyolojik görünümün değişmemesi ve baryumla yapılan gastrointestinal radyografık inceleme ile teşhis konur. Tedavi Akciğer abesisi ciddi bir hastalıktır. Hastanede tedavi edilmelidir. Akciğer infeksiyonları abseleşmeye meyillidir. Bu nedenle ciddi bir şekilde antibiyotik tedavisi uygulanmalı ve hastalığın gidişi konrol edilmelidir. Tonsilektomi, diş çekilmesi ve akciğere aspirasyon olan durumlarda profilaktik penisilin tedavisi yapılmalıdır. Abse tedavisinde en etkili antibiyotik penisilindir. Günlük doz 10-20 milyon ünite veya daha fazla verilir. Bazı vakalarda hastalık yalnız penisilinle tedavi edilebilir. Penisiline ek olarak klindamisin, metronizasol de kullanı­labilir. Balgamın bakteri kültürü sık sık incelenmeli ve değişen bakteri florası ve antibiyogram sonucuna uygun kombine antibiyotik tedavisi yapılmalıdır.

Akciğer amfizemi


Akciğer amfizemi ve tedavisi

Solunum yetmezliğine yol açan en yaygın kronik akciğer hastalıklarından biridir. Amfizem, akciğerlerdeki hava keseciklerinin (alveol) gerilip genişlemesiyle beliren bir hastalıktır. Bu genişleme hava, keseciklerini birbirinden ayıran ince duvarların yırtılmasına ve dolayısıyla akciğerlerde esneklik kaybına yol açar. Sonuçta akciğerlere hava girişi ve hava keseciklerinde kan gazları (oksijen-karbon dioksit) dengesi bozulur, İlerlemiş amfizem olgularında akciğerler genişlemiş, solmuş ve kurumuştur.Esneklikleri kalmadığından bir yastık gibidirler. Göğüs kafesi açıldığında, akciğerler sönmez, çünkü esneklik kaybı nedeniyle içlerinde hava kalır. NEDENLERİ Akciğer amfizemi kronik bronşit, astım, akciğer veremi gibi hastalıklar sonucunda gelişebilir. Özellikle ileri yaşlarda, akciğerlerde yaygın bağdoku artışı esnekliğin yitirilmesine ve amfızeme yol açabilir. Birçok araştırma amfizeme kalıtsal bir yatkınlık olabileceğini göstermiştir. Ama bu hastalığın bilinen en önemli nedeni sigara alışkanlığıdır. Amfizem oluşumuna yol açan başlıca ,etkenler şunlardır: Küçük bronş dallarının tıkanması sonucunda içerideki havanın dışarı atılamaması, hava keseciklerinin aşırı gerilmesiyle akciğer esnekliğinin yitirilmesi, keseciklerde biriken hava kabarcıklarının etkisiyle kesecikler arası duvarların yırtılması, hava keseciklerinde kanın oksijen alabilmesi için gerekli yüzeyin azalması ve dolaşım direncinin artmasıyla akciğer damarlarında lezyonlar oluşması. Son olarak değinilen etken, uzun erimde solunum yetmezliğine yol açarak sağ kalbin yükünü artırır ve kalp yetmezliğine neden olur. Kronik amfizemde soluk alırken göğüs sürekli genişler. Akciğerler aşırı gerilmiştir. Soluk verdikten sonra akciğerlerde kalan hava miktarı artmış, zorlu soluk alıp vermede akciğere girip çıkan hava miktarı azalmıştır. BELİRTİLERİ Hastalık sessiz ilerler ve ancak ileri ev­relerinde belirti verir. İlk belirti nefes darlığıdır; başlangıçta hareket sırasında, ama daha sonra dinlenirken de gözlenir. Üstte: Sağlıklı akciğerin mikroskop altında görünümü. Hava kesecikleri ve aralarındaki duvarlar görülüyor. Yanda Amfizemli akciğerin mikroskop altında görünümü. Kesecikler gerilmiş ve genişlemiş, aralarındaki duvarlar incelmiştir. İleri evrelerde solunum yüzeyselleşir. Soluk alınırken göğüs kafesini genişle­ten hareket ancak yardımcı solunum kaslarıyla yapılabilir. Buna "dikine" solunum denir, çünkü soluk alırken göğsün enine çapı artmaz, dikine bir hareket görülür. Soluk alma kısa, verme ise uzun sürer. Nefes darlığının yanında bazen az miktarda koyu kıvamlı balgamlı öksürük görülür. Amfizeme kronik bronşit eklenmişse balgam daha çok ve irinlidir. Hastanın tipik bir dış görünüşü vardır: Göğüs kafesinin ön-arka çapı genişlemiş, "fıçı göğüs" denen yapı gelişmiştir. Köprücük kemikleri üzerindeki çukur bölgeler akciğer tepesinin genişlemesiyle kabarık görünür. Deri ve mukozalar mavimsi bir renk alır. Morarma deri ve mukozalann altındaki kılcal damarlarda iyi oksijenlenmemiş hemoglobin bulunmasına bağlıdır. Dokuların yetersiz oksijenlenmesi genel bir düşkünlüğe, iştah ve kilo kaybına yol açar. İNCELEMELER Sağlıklı bir insanın derin soluk alıp bu­nu hızla dışarı vermesi istendiğinde, alınan havanın yüzde 80'i ilk saniyede dı­şarı atılabilir. Amfizemde ise bronş tıkanması ve azalan esneklik sonucunda dışarı atılabilen hava miktarı büyük ölçüde azalmıştır. Amfizem tanısında solunum işlevindeki bozukluğu belirlemeye yönelik testler büyük önem taşır. So­lunum fizyopatolojisi laboratuvarlarında yapılan bu testler kronik amfizem tanısını kesinleştirir.

22 Nisan 2012 Pazar

Gece Yemek Yemek Zararlımı


Gece Yemek Yemek

Gece Yemesi Gece Yeme Sendromu kilo alımına sebep olan bir yeme bozukluğudur. Gece yemesi hastalığı (Gece Yemesi Sendromu) yeme bozukluğu hastalıklarının en son ortaya çıkanlarındandır. Sağlıklı yaşam için bir tehlikedir. İlk defa 1955 yılında sabahları 1-) doygunluk, tokluk hissi, 2-) aksam hiperfajisi (yani günlük kalori tüketiminin yarısından fazlasının tüketimi) ve 3-) uykusuzluk üçlemesinden oluşan bir hastalık olarak bahsedilmiştir. Geçmişten günümüze doğru yapılan araştırmalarla tanı ve tedavide gelişmeler kaydedilmiştir. Gece yeme sendromunun görülme sıklığı kilo ile birlikte artış göstermektedir. Gece yemesi bozukluğunun tipik özellikleri vardır; — Genellikle sabah kahvaltısında iştah yoktur ve açlık hissedilmez. Uyandıktan saatler sonra ilk öğün yenilir. — Akşam yemeği yendikten sonra tekrar bir şeyler yenilir ve günlük kalori ihtiyacının %50'sinden fazlası tüketilir. Gece uyanılır, bilinçsiz biçimde mutfağa gidilerek atıştırma yapılır. — Bu durum iki aydan fazla haftada en az üç gece sürer ve sık uyanmalar sırasında yüksek kalorili atıştırmalar yapılır. — Gece yemelerine gerginlik, kaygı ve suçluluk hisleri doğurur. — Gece yemesi sendromu strese bir yanıt olarak düşünülmektedir ve genellikle depresyonla birlikte görülür. Özellikle akşam saatlerinde bireyler gergin, ajite ve sinirli hissederler. — Uykuya dalmakta veya sürdürmekte zorluk çekerler. Kaliteli uyku çekemezler. — Tercih edilen atıştırmalar karbonhidrat ve şeker ağırlıklıdır. — Bu tip bir yeme davranışı kişiye suçluluk, utanç ve pişmanlık duygularını yaşatır. Gece yemesi sendromu henüz resmen bir yeme bozukluğu olarak tanımlanmamıştır, çünkü bu konu şu an tam olarak aydınlatılamadı. Altında yatan nedenler araştırılıyor ve tedavi planları geliştirilmeye devam etmektedir. Gece yemesi sendromunun biyolojik, genetik ve duygusal faktörlerin bir kombinasyonu olduğu düşünülmektedir. Bir varsayıma göre bu problemi yaşayan kimseler tanımlanmış ya da açığa çıkmamış gizli bir stresin etkisindedir. Gece yemesi sendromunun stres ile ilişkili olduğunu doğrular bir şekilde başka çalışmalar da gece yemesi olanların, kortizol düzeyinin yüksek olduğunu göstermiştir. Bu iddiaya göre gece oluşan yeme atakları bu hormonun üretimi yavaşlatmak için bedenin yaptığı bir savunmadır. Bu açıklama kabul veya ret edilmeden önce stresin gece yemesi sendromunu tetiklediği ve stres azaltma programının bu kişilere yardım Stres kontrolünü öğrenmelisiniz Ayrıca araştırmalar gece yemesi olanların yiyecek seçimlerin de odaklanmıştır. Ağırlıklı tercih beyindeki iyi hissetmeyi sağlayan kimyasalların arttıran karbonhidrat yönündedir. Bu seçim bedenin bilinçsiz bir kendi kendini tedavi etme eğilimi olarak düşünülmektedir. Gece yemesi sorununuz varsa, ilk olarak bir sağlık uzmanına başvurarak detaylı bir inceleme yaptırabilrsiniz. Ayrıca yeme bozuklukları ile çalışan bir psikolog ve günlük kalori tüketiminizi düzenlemek için diyetisyen yardımı alabilirsiniz. Yukarıda Bahsettiğimiz “yeme bozukluğu stresten kaynaklanır” iddiasını inceleyelim: Gündüz saatlerindeki iştahsızlık ardından uykusuzluk ve iştahın gece artması ile kendini gösteren “gece yeme hastalığı” aşırı strese karşı vücudun verdiği yanıt sonucu oluşur.

Anksiyete Nedir


Anksiyete

Anksiyete veya endişe, canlılarca deneyimlenen kaygı, korku, gerilim, sıkıntı halidir. Canlıların dış ortama uyum çabasında koruyucu bir tepkidir. Denetim dışına çıkıp kişinin işlevselliğini aksattığında Anksiyete bozuklukları olarak incelenir. Psikiyatride bir grup hastalığın genel adıdır. Terleme, titreme, çarpıntı vs. gibi bedensel belirtileri görülebilir. Başına kötü bir şey geleceğini düşünme, rezil olmaktan veya komik duruma düşmekten korkma gibi bilişsel (düşünsel), fakat çoğu kez nedeni belirsiz, tanımlanamayan bir gerginlik durumudur. Anksiyete, genelde kavramsal, somatik, duygusal ve davranışsal bileşenlere sahip olmak biçiminde tanımlanır (Seligman, Walker & Rosenhan, 2001). Kan basıncı ve kalp atışının artması, terleme, ana kas gruplarına ani kan akışının hücum etmesi nedeniyle kaslarda gerginlik, bağışıklık ve sindirim sistemi fonksiyonlarının yavaşlaması gibi fiziksel etkileri vardır. Bunlara ek olarak mide bulantısı, el ve ayaklarda soğukluk, titreme -üşüme hissedilir. Duygusal açıdan ise hastalık korku ve panik hissine neden olur. Kişi her şeyi olabilecek en olumsuz yönüyle ele alır, moral seviyesi en alt düzeydedir. Davranışsal olarak ise hasta, anksiyete kaynağından kaçma eğilimi gösterir. Yine de anksiyeteden sadece patolojik bir durummuş gibi bahsetmek yanlış olur. Bu his, korku, kızgınlık, üzüntü ve mutluluk gibi duygularla beraber gelen, insanoğlunun hayatta kalmasıyla bağlantılı temel duygulanımlardan birisidir. Anksiyete tedavisi en az bir yıllık ilaç tedavisi şeklinde seyreder. Bunun yanı sıra derin nefes alıp vermek endorfin salgılanmasına neden olduğu için hastaları rahatlatır. Masaj, aromaterapi, telkin gibi yöntemlerin de işe yaradığı bilinmektedir.

Dağınık Masa Sendromu Nedir


Dağınık Masa Sendromu

DAĞINIK MASA SENDROMU Bugün Hürriyet gazetesinde Sayın Banu Tuna ile yaptığımız röportajın tam metnidir. 1. Dağınık Masa (Irritable Desk) diye bir sendrom var mı? MKD: İrritabl kelimesini “dağınık” diye tercüme etmek biraz hatalı ama masanın durumunu da iyi tasvir ediyor. Tabii ki böyle bir tıbbî sendrom yok ama bir durum tesbiti olarak güzel bir yakıştırma. Sanırım irritabl bağırsak ve irritabl mesane sendromlarından ilham alınmış; bunlar strese veya endişeye bağlı olarak bağırsakların ve mesanenin aşırı çalışması hâlleridir. Belki de en doğrusu masayı kullananın irritabilitesinden (kolay sinirlenme, ürkme veya etkilenme) bahsetmek daha doğru… 2. Dağınık masada çalışanların ortak özellikleri var mı? MKD: Birkaç tipoloji yapılabilir. 1) Çok meşgul, birçok işi yetiştirmek için zamanla yarışan, telâş içinde bir kişi düşünün. Orada asılı kâğıtlar, burada notlar, şurada referanslar, kenarda sayfa aralarına kâğıtlar sıkıştırılmış kitaplar ve dergiler… Keza sık sık çalan telefon(lar) ve odaya girip çıkanlar. Bu kişiler genellikle gergin, irritabl, kafası darmadağın ve üretkenliği, harcadığı çabayla orantılı olmayan grubundandır. 2) Çok metodik ve hedefe kitlenmiş çalışan, darmadağınık masadaki her şeyin yerini bilen ve başkası toplamaya kalkarsa deliye dönen obsesif kişiler… Bunların irritabilitesi birinci gruptakilerden çok farklıdır; aşırı mükemmeliyeti ve teferruatçı oldukları için, üzerinde çalıştıkları şeyi sonlandırmakta genellikle gecikirler ama bu hâlleri hastalık derecesinde değilse, önünde sonunda bitirirler. 3) Şizoid kişilik özellikleri olan, ortalığın da, masasının da dağınıklığına aldırış etmeyen kişiler bir başka grubu teşkil eder. 3. Masayı dağıtmak kafayı da dağıtır mı, sağlığa zararlı mı? MKD: Bakın, buna da dördüncü grup diyebiliriz. Bâzen masayı dağıtmak kafayı rahatladır ama bir buhran içerisinde her şeyi darmadağın etmek ise sağlığa olmasa da, üzerinde çalışılması gereken şeye zarar verir. 4. Derli toplu masada çalışmak ile dağınık masada çalışmak insanın verimliliğini etkiler mi? MKD: Tabii ki. 2. Gruptan olan kişilerin hâricinde, derli toplu bir masa verimliliği arttıracaktır. 5. “Masam dağınık görünüyor olabilir ama kendi içinde sâdece benim anlayacağım bir düzeni var. Ne arasam elimle koymuş gibi bulurum” diyenler bahane mi üretmektedir? Aslında masayı toplasalar iyi gelir mi? MKD: Buna iki yönlü de cevap verilebilir, bâzı insanlar için doğrudur. Şimdi bir de, 5. Grup insanlardan bahsedelim: Birçok şeyle aynı anda ilgilenen ve dağılmadan, irrite olmadan hepsine yetişebilen dâhilerdir bunlar… Onları ellememekte ve işlerine bulaşmamakta fayda vardır. 6. Dağınık masa depresyon belirtisi veya başka türlü bir kötü ruh hâli sonucu olabilir mi? MKD: Tabii ki. Bunun en güzel ipucu da, daha önce öyle davranmazken, artık bu hâle gelmişse ya tükenmişlik yaşıyordur (burn out), ya motivasyon kaybı vardır ya da depresyon gibi bir tablo başlıyordur. 7. Dağınık masada çalışmak iş yerinde imajı zedeler mi? MKD: Sanırım işyerinin ve işin türüne göre bu değişir. Eksantrik yaratıcı bir mimarın yâhut yazarın, san’atçının imajına imaj bile katabilir. Düzgün, disiplinli bir mühendise ise itibar kaybı getirebilir. 8. Masası dağınık olanın evi de, hayatı da, arabası da dağınık olur mu? MKD: Böyle bir şart yok ama hayatının bir alanında dağınık olan kişinin, diğer alanlarda da dağınık olması pek de şaşırtıcı gelmez… 9. Bu sendromdan kurtulmak isteyen biri ne yapmalıdır? MKD: Kurtulması gerekiyorsa gerçekten, önce bir kendine çeki düzen verme kararı vermeli, sonra da masası düzenli yakınlarından yardım istemeli… Tükenme veya depresyon gibi durumlarda ise bir psikiyatra müracaatında tabii ki çok fayda var; çünkü dağınık masa, aslında ciddi bir ruh hâli bozulmasının sâdece bir belirtisidir! 10. Sonuç olarak, gâliba dağınık masa illâki bir hastalık hâli alâmeti değil, öyle mi? MKD: Aynen, her kişiyi ve durumu kendi iç özelliklerine göre değerlendirmek icap eder… Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. MKD: Ben de teşekkür ediyorum…

Deprem

Deprem ve Etkileri 
DEPREMİN ETKİLERİ ANNE VE BABALAR ! ÇOCUKLARINIZLA ETKİLİ İLETİŞİM KURMA YOLLARI Körfez Depremi gibi büyük bir coğrafi bölgede yer alan ve toplumun büyük bir kısmını etkileyen doğal felaketler, sadece bölgede yaşayanları değil tüm ulusu derinden sarsan olaylardır. Bölgede yaşayanlar için kendilerine fiziksel ve sosyal destek veren çevrenin neredeyse tümüyle zarar görmesi, durumu daha da güçleştirir. Evimizi, yakın akraba ve arkadaşlarımızı kaybetmiş olmanın acısı büyüktür. Bu kayıpların üstüne, yaşam koşullarındaki değişmeler de eklendiğinde yaşadığımız stres artar. Örneğin, kötü hava koşulları, barınma koşullarının istediğimiz gibi olmaması, çocukların okul durumu, artçı depremlerin sürme olasılığı gibi pek çok faktör yaşanan stresi arttırır. Ayrıca üzüntü, pişmanlık, öfke gibi yaşamakta olduğumuz tüm duygular çocuklarımızla olan ilişkilerimizi daha da güçleştirebilir. Ne var ki çocuklar da bu doğal felaketten aynı bizim gibi etkilenmişlerdir. Araştırmalar doğal felaketlerden en çok yara alan grupların çocuklar, gençler ve yaşlılar olduğunu göstermektedir. Ancak anne ve babalarından, arkadaşlarından, öğretmenlerinden ve diğer aile üyelerinden yakın ilgi ve destek gören çocukların doğal afetin sonuçlarından daha az etkilendiklerini ve daha kolay ve çabuk başa çıktıklarını iyi biliyoruz. Çocuklarınıza yardımcı olabilmeniz için sizin yardıma muhtaç durumda olmamanız gerekir. Eğer kendinizi çocuklarınızla aşağıda önerildiği şekilde ilgilenecek kadar iyi hissetmiyorsanız psikolojik yardım almaktan çekinmeyin. Kendinizi iyi hissetseniz, önerilere uysanız bile deprem sonrasındaki bu iyileşme sürecinin zaman alacağını, bazı olayların ve yaşantıların zaman zaman durumu geriye götüreceğini bilin. İyileşme sürecinde, en çok yarar gördüğünüz önerilere ağırlık verin, geleceğe yönelin ve genellikle olumlu bir tutum içinde olmaya çalışın. Elinizdeki broşür bu konuda size yardımcı olmak üzere hazırlanmıştır. Bu broşürün dışında ihtiyacınız olan her türlü desteği alabileceğiniz herkese ve her kuruma baş vurmaktan çekinmeyin. ÇOCUKLAR İÇİN DEPREMİN ANLAMI NEDİR? Çocuklar da yetişkinler gibi deprem felaketinden korkarlar. Ne var ki depremi, biz yetişkinler gibi kontrolümüz dışında olan doğal bir olay olarak anlamakta güçlük çekerler. Üstelik çocuklar, kendilerini koruyan ve tamamen güven duydukları yetişkinlerin bu olay karşısında çaresiz kalmasından endişe duyarlar. ·Okulöncesi dönemdeki çocuklar bu felaketin, anne-babasının onaylamadığı bir düşüncesi ya da davranışı nedeniyle başlarına geldiğini sanırlar. ·Okul çağındaki çocuklar ise doğal olayları anlayabilirler. Ancak, böylesine büyük bir felaketi daha önce yaptıkları kötü bir davranıştan dolayı kendilerine verilen bir ceza olarak algılayabilirler. ·Ergenlerin depremi algılayışı ise yetişkinlerinkine oldukça benzerdir. Ancak bu felaketin kendi başlarına gelmiş olmasından öfke duyabilirler. ÇOCUKLARIN DEPREME OLAN TEPKİLERİNİ NELER ETKİLER? Çocukların deprem felaketi karşısındaki tepkileri birbirinden farklı olabilir. Bazıları depremin hemen ardından birtakım davranış değişiklikleri gösterirken, bazıları günler ve haftalar, hatta aylarca hiçbir şey olmamış gibi davranıp daha sonra problemli davranışlar sergileyebilirler. Bu yüzden önümüzdeki aylar içinde elinizdeki broşürü zaman zaman alıp okuyun. Böylece depremin normal psikolojik etkileri konusunda hem daha iyi bilgilenecek hem de önerileri unutmamış olacaksınız. Çocukların depremden etkilenme derecesini bir takım faktörler belirlemektedir. Bunlar: ·Ailenin tepkisi: Çocuk depremden doğrudanetkilenmese bile ailesinin deprem karşısındaki tepkileri ve korkularından çok etkilenebilir. Çocuğun deprem karşısında çaresiz kalan ailesine olan güveni sarsılabilir. Ailesinin felaket karşısındaki korku ve kaygılarından en çok da okul öncesi yaş grubundaki çocuklar etkilenirler. Bu nedenle bir yandan kendinizi diğer yandan da çocuklarınızı yeniden güçlendirmeye çalışınız. ·Kayıp derecesi: Çocuğun deprem felaketinde tanık olduğu ya da gördüğü hasar ve kayıp ne kadar büyük ise etkilenme derecesi de o kadar fazla olacaktır. Özellikle aileden bir veya daha fazla kişinin öldüğü veya ağır yaralandığı, çocuğun kendisinin yaralandığı ya da evinin ve okulunun yaşanamaz hale geldiği durumlarda çocuk, bu felaketle başa çıkmada oldukça zorlanır. Aile üyelerinden birinin ölümünden dolayı rollerin değiştiği, örneğin, annenin baba, ablanın anne rolünü üstlenmek zorunda kalması gibi durumlarda aile içi ilişkilerde zorluklar yaşanacaktır. Çocuk, bu koşullarda yeni yaşama geçerken daha da zorlanacaktır. Depremi yaşamayan çocuklar bile, hiçbir kayıpları olmadığı halde televizyonda gördüklerinden ve yetişkinlerin olay hakkındaki konuşmalarından etkilenebilir ve benzer tepkileri gösterebilirler. ·Yaş / Cinsiyet: Çocukların zihni yetişkinlerinkinden daha esnek ve işlenmeye daha uygun olduğu için, çocuklar hem olumlu hem de olumsuz etkilere daha açıktırlar. Bu nedenle felakette yaşanan olaylardan etkilenme olasılıkları daha yüksektir. Cinsiyet açısından ise kız çocuklarında içe dönük ve sessiz, sakin olma; erkek çocuklarında ise hiperaktif davranışlar (olduğu yerde duramama, sürekli hareket etme) daha fazla görülmektedir. ·Daha önceki yaşantılar: Depremden önce başka örseleyici yaşantıları olan çocuklar bu felaketten daha çok etkilenebilirler. Örneğin, anne babası boşanmış, kendisi şiddete maruz kalmış, aile içinde şiddeti gözlemlemiş ya da ailesinde ciddi bir sağlık problemi yaşayan çocuklar gibi. Ayrıca deprem öncesinde de bazı psikolojik problemleri olan veya okul başarısı zaten iyi olmayan çocukların, bu tür yaşantıları olmayan çocuklara göre deprem felaketinden daha çok etkilenmeleri beklenebilir. Ancak şu da unutulmamalıdır ki yaşça daha büyük olup daha önceki yıllarda stresli durumlardan geçmiş ve bununla baş edebilmiş çocukların, deprem felaketinin yarattığı etkilerden de diğer çocuklara göre daha kolay sıyrılması mümkündür. ·Depremin dolaylı etkileri: Deprem felaketinin pek çok olumsuz etkisi, sadece çocuğun doğrudan yaşadığı deprem sarsıntısı, yıkıntılar, yaralanma ve kayıplar nedeniyle ortaya çıkmaz. Depremin dolaylı etkileri de çocuğun yaşadığı güçlükleri artırıcı bir rol oynayabilir ve iyileşme sürecini geciktirebilir. ·Günlük yaşantı: Evin yıkılması veya hasarlı olması nedeniyle başka yere taşınılması, kalabalık ve rahat olmayan alışılmışın dışındaki ortamlarda yaşamak zorunda kalınması ve günlük işleyişin çeşitli nedenlerle aksaması durumlarında çocuklar deprem felaketinden daha fazla etkileneceklerdir. ·Ayrılık: Çocuk ailesinden herhangi bir bireyi kaybetmemiş olsa da, herhangi bir nedenle bir süre onlardan ayrı yaşamak zorunda kaldığında, bu durum onun üzerinde ilave bir kaygı ve stres yaratacaktır. ·Aile içi ilişkiler: Aile içinde hastalık ya da ölüm gibi nedenlerle rollerin değiştiği, aile içi ilişkilerin bozulduğu, ailedeki yetişkinlerden birinin fazla miktarda alkol almaya başladığı, şiddetin ortaya çıktığı ya da var olan şiddetin arttığı durumlarda iyileşme gecikecektir. ·Ekonomik koşullar: Ailenin geçim kaynaklarının kısıtlandığı ya da yok olduğu, ihtiyaçların karşılanmasının aksadığı durumlarda çocuk daha olumsuz etkilenecektir. ·Sosyal destek: Anne babanın çocuğuna olan ilgi ve desteğinin azalması, çocuğun arkadaşları ve komşularıyla ilişkide olduğu sosyal çevrenin bozulması da çocuğun düzelmesini geciktirecektir. DEPREMİN ÇOCUKLAR ÜZERİNDEKİ GENEL ETKİLERİ Depremden sonra çocuğunuz, ·depremin tekrarlayacağından veya bu felaketi hatırlatan şeylerden (örneğin, ambulans, kepçe, asker, itfaiyeci, siren sesi, toz kokusu, duman gibi) korkabilir ·ani seslerden ve gürültüden korkabilir ·depremden sonraki yaşamı konusunda endişeli olabilir ·yetişkinlerin depremi ve sonuçlarını engelleyememiş olması nedeniyle onlara olan güvenini yitirebilir ·deprem öncesine göre daha kolay kırılabilir, küsebilir ağlayabilir ·önceden sessiz, uyumlu bir çocukken gürültülü ve saldırgan hale gelebilir veya neşeli, girişken bir çocukken utangaç ve ürkek olabilir ·dikkatini toplamada güçlük çekebilir ·her zaman hoşlanarak oynadığı oyunları artık oynamak istemeyebilir ·daha hareketli olup, hareketlerini bir türlü kontrol edemeyebilir ·tek başına uyumaktan korktuğu için anne babası veya diğer bir kişiyle beraber yatmak isteyebilir ·uykuya dalmada güçlük çekebilir ·anne ve babasını gözünün önünden ayırmak istemeyebilir, yalnız kalmaktan korkabilir ·okula veya yuvaya gitmek istemeyebilir ·parmak emmek, altına kaçırmak gibi daha küçük yaşlarda gösterdiği davranışları tekrar sergilemeye başlayabilir ·iştahı kesilebilir ·mide bulantısı, karın ağrısı, baş ağrısı, kusma gibi fiziksel tepkiler gösterebilir ·anne-babasının istemediği ancak kendisinin yaptığı bir davranıştan veya söylediği sözden dolayı depremin meydana geldiğini düşünebilir ve bunun için suçluluk hissedebilir ·konuşmakta güçlük çekebilir ·küçük çocuklar tekrar tekrar depremle ilgili oyunlar oynayabilir ·büyük çocukların bazıları hep deprem hakkında konuşmak isterken, bazıları bunun konuşulmasından hoşlanmayabilir ve kendisi de konuşmayabilir ·yetişkinlerin büyük kayıpların yanında önemsiz gördüğü bir nesne çocuk için çok önemli olabilir. Örneğin, sevilen bir oyuncağını ya da battaniyesini kaybetme çocuğu çok üzebilir onun için ağlayabilir ve ısrarla onu geri isteyebilir

İçe Dönükler Başarılı mıdır

İçe Dönükler Başarılı mı ?
Dışa dönük insanların hayatta daha başarılı oldukları farzedilir; fakat yeni ve çok satan bir kitaba göre içe dönük kişiler de aynı şekilde yüksek başarı kaydediyor. Kitap, Batı toplumunda dışa dönüklere yönelik bir taraf tutma olduğunu iddia ediyor. O halde içe dönüklere karşı bir ayrımcılık mı yapıyoruz? İlgili Konular Sağlık, Yaşam Onlar hemen içe dönük olarak dikkat çekmeyebilir; ama "Quiet: The Power of Introverts ın a World That Can't Stop Talking" (Sessizlik: Susmayı Beceremeyen Bir Dünyada İçe Dönüklerin Gücü) kitabının yazarı Susan Cain'e göre öyleler. Cain, yaygın kanının tersine içe dönük kişilerin mutlaka utangaç ya da anti-sosyal olması gerekmediğini, onların aşırı uyarıcı olmayan ortamları tercih ettiklerini ve sessiz bir ortamda düşünme yoluyla enerji sağladıklarını belirtiyor. Dışa dönük kişiler ise tersine kendilerini şarj etmek için etraflarında başka insanların varlığına ihtiyaç duyuyor. Ancak Cain, içe dönük insanlar nüfusun üçte birini oluştursa da okuldan işyerlerine kadar birçok kurumun dışa dönüklere meyilli olduğunu iddia ediyor. Carl Jung'un popüler kıldığı bir düşünce ekolüne göre herkes şu ya da bu kategoriye giriyor. Bir başka ekol ise dışa dönüklüğün dereceleri olduğunu iddia ediyor. Uzman psikolog Felicity Lee içe dönüklerin dışa dönük gibi davranmasının mümkün olduğunu, fakat bunun onlar açısından daha yorucu olduğunu belirtiyor. İşyerlerinde ve toplum genelinde dışa dönüklüğe daha fazla prim verildiği düşüncesine katılıyor. Lee ayrıca psikolojik nüansları ne olursa olsun çoğu insanın dışa dönük olmak istediğine dair kanıt olduğuna işaret ediyor. Cass Business School'da organizasyonel psikoloji profesörü Jo Silvester böyle bir isteğin anlaşılabilir olduğunu belirtiyor. Silvester, yeni üye almak isteyen çoğu organizasyonun dışa dönük kişilere yöneldiğini çünkü onların daha iyi lider olacaklarına dair bir düşüncenin varlığına vurgu yapıyor. Fakat bazı sektörlerin de insanların düşündüğü türden kişileri çekmediğini belirtiyor. Ancak British Retail Consortium'dan Richard Dodd ise insanları içe dönük ve dışa dönük olarak ayırmanın fazlasıyla basit bir yaklaşım olduğunu, insan karakterinde çeşitli değişkenlerin bulunduğunu söylüyor. Dodd insanların doğal olarak kendi kişisel özelliklerine uygun ve yeteneklerini en iyi şekilde kullanacakları işlere yöneldiğini düşünüyor. Fakat başarılı ekip ve işyerleri çeşitli özellik ve nitelikleri taşıyan bireylerden oluşan bir karışımı içeriyor

Böcek Sokmalarında İlk Müdahele

Böcek Sokmalarında İlk Yardım
 AKREP ve ÖRÜMCEK ISIRMALARI Örümcek ve akrepler tarafından ısırılma, çoğunlukla ısırılan vücut bölgesi ile sınırlı kalan bir acı veya yanma hissi ve şişkinlik ile sonuçlanır. İnsanı öldürecek derecede güçlü zehirli akrep ve örümcek türleri oldukça azdır ve yurdumuzda bu denli zehirli türler bulunmamaktadır. Isırılan kişi, hayvanın zehrine karşı alerjik tepkime gösterebilir. Bu durumda tehlike riski daha yüksektir. Ancak benadryl benzeri antihistaminler, çoğunlukla alerjik tepkimeleri rahatlatıcı etkiye sahiptir. Örümcek veya akrep tarafından ısırılmalarda yapılması gereken en önemli şey, kişiyi sakinleştirmektir. Birçok kişi, ısıran canlı zehirli olmasa bile, panik nedenli olarak anaflaktik şoka girebilmekte ve bu nedenle oksijensiz kalarak hayati tehlike yaşamaktadır. Panik esnasında salgılanan hormonların vücutta dolaşımı hızlandırdığı ve bu nedenle de zehrin vücut içerisinde dağılımını kolaylaştırdığını unutmamak gerekir. Isırılan yer ilkin olarak şişer ve dokunmaya karşı hassas bir hale gelir. Bu durumda yapılabilecek en mantıklı hareket, buz veya soğuk su içeren bir torba ile ısırılan yer üzerine kompres yaparak şişkinliği indirmeye ve acıyı azaltmaya çalışmaktır. Ancak öncelikle ısırılan bölgenin sabun ve su ile iyice yıkanmasında fayda vardır. Zehirli bir akrep tarafından ısırılma sonrasında, yüz kaslarında veya vücudun belirli bölgelerinde his yitimi görülebilir. Genel belirtiler ise kalp atışında yavaşlama, kan basıncının yükselmesi, halsizlik, terleme, konuşma ve solunumda güçlüktür. İstemsiz kas seğirmeleri ve görüşte bulanıklık da zehirlenme etkileri arasındadır. Hiperaktivite veya gözlerde olağandışı hareketlilik, çırpınma davranışı ve felç de görülebilir. Örümceklerin zehri genellikle nörotoksik özelliktedir. Isırılan bölgede şişkinlik ve ödem oluşumu, şiddetli ağrı ve acı hissi, kaslarda spazm görülebilir. Sersemlik, kusma eğilimi, terleme, tükürük salgısında artış, solunum güçlüğü diğer etkilerdir. Bazı örümceklerin zehri ise hemolitik özelliktedir ve ısırılan bölgede nekroza neden olabilir. En zehirli örümcekler, Karadul ve Kahverengi Münzevi Örümcek olarak bilinen türlerdir. Zehirli akrep veya örümcek ısırmalarında alkolden veya ağrı kesicilerden kesinlikle uzak durmak gerekir. Isırılan yerden zehri emmeye çalışmak da mantıklı bir davranış değildir. Keza ağız içindeki, yemek borusundaki veya midedeki yaralardan (örneğin habersiz olduğunuz bir ülserden) zehrin kana karışma olasılığı oldukça yüksektir. Bazı durumlarda, ısırılmadan 30-60 dakika sonra acı hissi ortaya çıkabilir. Zehrin miktarına, etkinliğine ve ısırılan bölgeye göre bu koşul değişkenlik gösterebilir. Her türlü ısırılma sonrasında, uygun ve mümkün olan ilkyardımın uygulanmasından sonra en kısa zamanda bir doktora gitmekte fayda vardır. Doktor müdahalesinde morfin bazlı ağrı kesici veya mevcut ise panzehir uygulaması yapılabilir. Ciddi durumlarda ise yine klinik müdahale gereklidir

Boğaza kaçan yabancı cisime ne yapmalı

Boğaza kaçan yabancı cisime müdahele

Kişi konuşamıyor, öksüremiyor, iki eli ile boğazını kavramış ve panik halinde ise, siyanotik görünümün yanı sıra aşırı zorlanarak nefes almaya çalışıyorsa, hemen müdahale edilmesi gerekir. Eğer kısa sürede müdahale edilmezse bilinç kaybı ve ölüm meydana gelebilir. Yabancı cismi çıkarmak üzere uygulanan yönteme Heimlich ( Subdiyafragmatik -, batından itme ) manevrası denilmektedir. ERİŞKİNDE VE ÇOCUKLARDA YABANCI CİSİM TIKANMALARINDA MÜDAHALE AŞAMALARI Bu aşamalar, bir yaşın üstündeki çocuklardan itibaren her yaş grubuna uygulanabilir: 1. Eğer kişide hafif soluk yolu tıkanması bulguları varsa, Öksürmeye devam etmesi için kişi teşvik edilir, başka bir şey yapılmaz. 2. Eğer kişide şiddetli soluk yolu tıkanması bulguları varsa ve kişinin bilinci açıksa; Sırtına beş kez aşağıda anlatıldığı şekilde vurun: 1. Tıkanan kişinin, hafifçe sırtına doğru olacak şekilde yanında durun 2. Bir elinizle kişinin göğsünden desteklerken, kişinin mümkün olduğunca öne doğru eğilmesini söyleyin ki, tıkanmaya neden olan yabancı cisim bu şekilde soluk yolundan aşağı gitmek yerine ağza doğru hareket etsin 3. Diğer elinizi topuk kısmıyla, kürek kemiklerinin arasından 5 kez sert şekilde vurun

Bayılmada İlk Müdahele

Bayılmada İlk Yardım

BAYILMA Beyne giden kanın geçici olarak azalması sonucu, kısa bir süre, meydana gelen şuur kaybıdır. Sebepleri şöyle sıralanabilir: * Çok sıcak banyolar. * Uzun zaman, kımıldamadan, ayakta durmak. * Uzun müddet yatakta kaldıktan sonra, birden bire ayağa kalkmak. * Fazla miktarda alkol ve tütün kullanmak. * Başa ani bir darbe almak. * Göbek hizasının biraz üzerinde (plexus solaris) ani bir darbe almak. * Beklenmedik bir acı haber karşısında sinirlerin aşırı yüklenmesi. Belirtileri: * Yüzde solgunluk * Dengeyi zor sağlama * Soğuk terleme * Görme ve duymada azalma Ne Yapmalı Bir kimsede yukarıda saydığımız belirtileri gördüğünüz zaman, onu derhaloturtunuz. Başı dizleri hizasına gelecek şekilde aşağı sarkıtınız. Bayılma olduğu takdirde, şunları yapınız: * Şahsı boylu boyunca yere uzatınız. * Kravatını ve yakasını gevşetiniz. * Ayılması için on dakika bekleyiniz. * On dakika geçtiği halde baygınlık devam ederse, mutlaka hastayı bir doktora yetiştiriniz. Baygınlığın uzun sürmesi, bunun sıradan bir bayılma olmadığını gösterir. DIKKAT: Bayılmış bir kimseyi, ayıltmak için tok atlama yın ız veya sarsmayınız. Yüzünü, ellerini, alnını ovmayınız ve saçlarını çekmeyiniz. Baygın kişi kendine geldiği zaman serinletici bir şey içirmeyiniz. Hemen kalkıp yürümesine izin vermeyiniz. Kendisini iyice toparlayıncaya kadar yatar vaziyette tutunuz. Yukarıda saydığımız davranışlar yanlış olmakla beraber, maalesef ayılmaya yardımcı olacağı zannı ile yapılagelen şeylerdir.

Besin zehirlenmelerine ilk müdahele

Besin zehirlenmelerine ilk müdahele 
Gıda Zehirlenmeleri Bütün besinlerde bakteriler bulunur. Ancak, kötü koşularda nakledilen, pişirilen yada saklanan besinlerde bakteriler çok çabuk çoğalır ve zehirlenmelere yol açarlar. Daha nadir de olsa bazı durumlarda, parazitler, virüsler ve kimyasal maddeler besinlerin bozulmasına ve gıda zehirlenmelerine yol açarlar. Gıda zehirlenmelerinin işaret ve belirtileri gıdanın ne şekilde bozulduğuna bağlı olarak değişir. Genellikle, bozuk gıdanın tüketilmesini takip eden birkaç saat içinde ishal, bulantı, karın ağrısı, ve bazen kusma görülür. Bozuk gıdadan doğan zehirlenmelerin etkisi, yenen miktar, bünye, yaş ve yiyen kişinin genel sağlık durumuna göre değişir. Gıda zehirlenmelerinden daha fazla etkilenen riskli grupları şöyle sıralayabiliriz: Yaşlılar : Yaşlıların bağışıklık sistemleri zehirlenmelere sebep olan organizmalara karşı çabuk ve etkili bir savunma oluşturamaz. Bebekler ve küçük çocuklar : Bağışıklık sistemleri henüz tam anlamıyla gelişmemiştir. Kronik rahatsızlığı olanlar : Şeker hastalığı, AIDS ya da kanser tedavisi sebebiyle radyasyon alan hastaların bağışıklık sistemleri zayıflamıştır. Eğer bozuk gıdadan zehirlendiyseniz aşağıdaki önlemleri alın: İstirahat edip bol miktarda sıvı alın, Zehirlenmeye sebep olan bakterilerin vücuttan atılmalarını geciktireceği için ishal giderici ilaçlar kullanmayın. Hafif ve orta şiddetli gıda zehirlenmeleri genellikle kendiliğinden geçer. Eğer; Şiddetli ishal 24 saat içinde kanlı ishale dönüşürse, Yukarıda riskli gruplardan birisindeyseniz, Besinlerde zehirleyici nitelikte olan sporların sebep olduğu ağır gıda zehirlenmesinden şüpheleniyorsanız ( bu durum daha ziyade evde yapılan ve konserve şeklinde saklanan besinlerde görülür. Genellikle yendikten 12 ila 36 saat sonra baş ağrısı, görme bozukluğu, halsizlik ve hatta kısmi felç gibi belirtiler görülebilir. Bazı kişilerde ise bulantı, kusma, kabızlık, idrar tutma zorluğu, nefes almada güçlük ve ağız kuruması gibi belirtiler ortaya çıkabilir), Acil olarak en yakın acil servise başvurularak tıbbi yardım alınmalıdır. Zehirlenme Eğer aşağıdaki belirtiler varsa zehirlenmeden şüphelenebilirsiniz: Zehirli madde içilmesi sonucu ağız çevresi ve dudaklarda yanma ve kızarıklıklar, Benzin ya da tiner gibi maddelerin içilmesi sonucu nefesin kimyasal maddenin kokusunu taşıması, Kişide, giysilerinde, çevresindeki mobilyada, halıda, yerde yada çevredeki nesneler üzerinde bir yanık ya da leke görülmesi veya koku alınması, Kusma, nefes almada zorluk, uyku hali ve diğer anormal durumlar. Nöbet, alkol koması, felç ve şeker komasının belirtileri de zehirlenme ile benzerlik gösterir. Eğer zehirlenme teşhisini kesin olarak koyamıyorsanız, zehirlendiğini düşünerek hastayı korkutucu ve paniğe sevk edici şekilde davranmayın. Acil tıbbi yardım için doktor çağırın. Doktor gelinceye kadar hastayı mümkün olduğunca rahat ettirmeye çalışın ve şoka girip girmediğini yakından takip edin. Eğer birinin zehirlendiğinden eminseniz: 1. Zehirlenmeye sebep olan ürünün üzerindeki etikette zehirlenmeye karşı ne yapılacağı yazıyorsa, yazılanları uygulayın. 2. Eğer hasta uyanıksa ona bir bardak su ya da süt içirin. Vücuda alınan sıvı, zehrin vücut tarafından tutulmasını yavaşlatır. Eğer hasta, halsiz, uykulu ve bilinçsiz ise, ya da nöbet geçiriyorsa ağızdan herhangi bir şey verilmemelidir. 3. Zehirli maddenin üzerindeki etikette yazmadığı ve bir uzmanın denetiminde olunmadığı sürece hastayı kusmaya zorlamayın. 4. Hastayı kusturmanız gerekiyorsa Ipecac şurubu kullanınız. Bir başka yöntem de parmağınızla hastanın boğazının arka kısmına dokunmaktır. Başka bir seçeneğiniz yoksa hastaya sıcak su dolu bir bardağın içine 1 çay kaşığı kuru hardal ve 3 çay kaşığı tuz karıştırarak içirin. 5. Kustuktan sonra hastaya bir bardak su ya da süt içirin. 6. Eğer zehirli madde aynı zamanda hastanın elbiselerine, vücuduna ya da gözüne de bulaşmış ise elbisesini çıkarın, vücudunun zehirli madde değen kısmını ya da gözünü bol soğuk veya ılık suyla yıkayın 7. Acil tıbbi yardım isteyin. Eğer zehirli maddeyi tanımlayabiliyorsanız, şişe ya da ambalajını da beraberinizde hastaneye götürün. Eğer hasta kusmuşsa ve siz de zehri başka bir yöntemle tanımlayamadıysanız, hastanın kusmuğundan bir miktar numune alarak hastaneye beraberinizde götürün.

Alkol zehirlenmesine müdahele

Alkol zehirlenmesi ve ilk müdahele 
Aşırı alkol alımı sonucunda bilincin önemli ölçüde yitirilmesiyle ortaya çıkan alkol zehirlenmesi ve alkol koması acil tedavi gerektiren bir durumdur. Alkol zehirlenmesinin ilk aşamasındaki kişi yalnız bırakılmamalı ve otomobil kullanması engellenmelidir. Hastanın bilinci açıksa kusması sağlanarak henüz midede emilmemiş alkolün vücuttan atılabilir. Alkol, merkez sinir sistemini etkilediğinden kandaki alkol miktarı arttıkça kişinin bilinci zayıflar, refleksleri yavaşlar, yürümede güçlük çekilir, konuşma peltekleşir, hareketler denetimden çıkar, uykuya eğilim ve sonunda koma meydana gelir. Hastanın nefesi yoğun şekilde alkol kokar, solunumu geniş ve derin, nabız düzensiz olabilir. Gözler kanlı, yüz kızarık ve terlidir. Hasta kusabilir ve bilinci açık olmadığından kusmuğu nefes borusuna kaçabilir. Alkol komasındaki kişiye yapılacak ilkyardım, hastayı yan yatıramak ve kusma olasılığına karşı dikkatle izlemektir. Kusulanlar ağzın içinden boşaltılarak bunların solunum yollarına kaçması önlenmelidir. Hastanın temiz havada bol oksijen alması sağlanmalı, kış aylarında vücut sıcaklığı düşmüşse bir battaniyeye sarılarak ısıtılmalıdır. Alkol komasındaki kişi bu önlemler alındıktan sonra hastaneye götürülmelidir.

21 Nisan 2012 Cumartesi

İdrar Kaçırmanın Çözümü Artık 15 Dakikada Bitiyor

İdrar Kaçırmanın Çözümü Artık 15 Dakika 
Dünyada her 5 kadından birinde görülen idrar kaçırma rahatsızlığı artık korkulu rüya olmaktan çıkıyor. 15 dakikalık bir operasyonla bu sıkıntıdan kurtulmanın mümkün olduğu bildirildi. Ege Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. İsmail Mete İtil, kadınların sosyal ve özel yaşantılarında ciddi sorunlara yol açan idrar kaçırmanın tedavi edilemez bir hastalık olmadığını bildirdi. İtil, çok ve zor doğum geçiren kadınlar, ileri yaş menopozda ostrojen azlığı, aşırı kilo alımı, rahime yönelik operasyonlar, radyoterapi sonrasında idrar kaçırma sorunun ortaya çıkabileceğini belirtti. Prof. Dr. İtil, "Hastalıktan sadece 15 dakika süren bir operasyonla kurtulmak mümkün" dedi. İtil, karın açılmadan, küçük aralıklarla mesane boyuna yapılan bir operasyonla idrar kaçırma sorunundan kadınlar kurtulabileceğini belirterek, "Süresi oldukça kısa, komplikasyonları da azdır. Ameliyat sırasında ağrı da yok denecek kadar az hissedilir" diye konuştu. Ameliyat sonrasında idrar yakınmalarının yüzde 100 oranında sona erdiğine dikkat çeken Prof. Dr İtil, operasyon sonrasında hastanın günlük yaşamına hemen dönebileceğini ifade etti. İtil, "Hasta aynı gün eve gider, 1 gece de kalabilir. Normal işine dönebilir. Ağır iş yapmamak ve ağır yük kaldırmamak koşuluyla 15-20 gün içinde normal hayata döner" dedi.

Alerji Mevsimi Ne Zaman

Alerji Mevsimi
Kulak Burun Boğaz HastalıklarıUzmanı Opr. Dr. Selami Yavuz, baharın gelmesiyle artış gösteren alerjik rinitten korunma yolları ve yenitedavi alternatifleri konusunda bilgiverdi. 

Medicana Samsun Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Opr. Dr. Selami Yavuz, "Yanlış olarak 'saman nezlesi' olarak da bilinen burnun alerjik reaksiyonu yıl boyuncagörülmekle birlikte ilkbahar aylarında ağaç, çiçek ve çimen polenlerinin artması nedeniyle hız kazanır ve belirtiler belirgin hale gelir. Alerjik rinit solunum yolu mukozasının dışarıdan gelen ve solunum yoluna giren maddelere karşı aşırı reaksiyonu olarak tanımlanabilir. Hastalıkgenellikle burun tıkanıklığı, burun akıntısı, 

hapşırık, geniz akıntısı, öksürük gibi belirtilerle kendini gösterir. Bir ileri aşamasında akciğerler de etkilenerek astım ataklarına sebep olabilir. Alerjik rinitli hastaların yüzde 20'sinde astım varken astımlı hastaların yüzde 80'inde alerjik rinit vardır. Aslında alerjik rinit ve astım aynı havayolu mukozasının hastalığıdır" diye konuştu

Öncelikle alerjik rinitin sebebini bulmanın yani hastanın neye alerjisi olduğunu tespit etmenin tedavi içinhayati önem taşıdığını vurgulayan Opr. Dr. Selami Yavuz şu bilgileri verdi: 

"Alerji yapan (alerjen) madde bulunduktan sonra bundan kaçınma ilk alınması gereken tedbirdir. Ama çoğunlukla ev tozu akarı, polenler, mantar sporları gibi kaçınılamayacak alerjenler alerjinin sebebi olabilir. Bu durumda ilaç tedavisi devreye girer. İlaç tedavisine cevap vermeyen veya uzun süreli ilaç tedavisinerağmen problemleri düzelmeyen hastalarda alerji aşıları başlanabilir ve özellikle alerjik rinitte iyi sonuçlarverir. Astım gibi kronikleşmiş problemlerde ise aşı tedavisi seçilmiş hastalarda ve 

nadiren uygulanır." 

Son yıllarda alerji tedavisi için fototerpi (rhinolight) adı verilen bir yöntemin geliştirildiğini ifade eden Yavuz, "Hastanın her iki burun pasajına çeşitli dalga boylarında ışık verilerek buradaki alerji hücrelerinin 9-12 aysüreyle bloke edilmesi amaçlanmaktadır. İlaç kullanamayan hamile hastalarda, kanser ve diyabethastalarında ve kemoterapi gören hastalarda, ayrıca uzun süre ilaç kullanmış ve ilaç kullanmak istemeyenhastalarda başarıyla kullanılmaktadır ve etkili bir yöntemdir" şeklinde konuştu. - Samsun